son Run.bo’lar

GÜLŞEN ÇERÇİ

Doğma Sivaslıyım. 87 Mart’ında, 1600 rakımda, Tecer Dağı’nın yamacında kurulan bir kasabada. Burada koyun, keçi peşinden koşarak geçti ilk çocukluk çağlarım. Çiğ düşen ekinlerde deniz diye yüzdüğüm de oldu. Kırlangıçlarla göçmek için uçtuğum da.

Hep hayalperesttim. Pamuk şekeri bulutlarla yolculuk yapar, kayan yıldızlara bakarak kabul olmayacak kadar saçma dilekler tutardım. Her yer oyun alanı, ben hep kahraman. İlkokul eve 3 km uzaklıktaydı. Öğlen yemek için eve gelip gidişimle günlük tam 12 km. O rakımda nefes nefese. Yün çoraplarla ıslanıp, donan ayaklarımı sobaya yapıştırıp çözerdim. Problemlerimi çözmeyi de orda öğrendim. Hiç hesaplamazdım adım sayılarımı ve hiç saymazdım lokmalarımı…

Ne zaman başladın koşuya diye sorulunca “Start çizgisinde doğdum.” cevabını verişim bu yüzden.
Büyüme İstanbulluyum. Lise öğrenimimi Şişli’de tamamladım. En hareketsiz zamanlarım bu çok hareketli şehirde geçti.

Yaşama İzmirliyim. Bende bağımlılık yapan güzel şehir. Evim, oğlum ve işim…

Hep yoluma ve önüme baktım. Ne başarının rehavetine kapıldım ne de özgüvenimi kaybettim. Diploma, madalya, kupa, kürsü, ödül hiçbir zaman benim için ön planda olmadı.

Profesyonel olarak spor hayatım 19 yaşımda yürüyüş branşı ile başladı. Evet evet, en postacı olanından. Sonrası kısa, orta, uzun, daha uzun, çok uzun koşular… Son olarak da dağlar… Sahi ben ne zaman yoldan çıktım? Öze dönüş diyelim.

Bozkırları adımlarken çocukluğum.
Sarı buğday başaklarından
Yeşilliklere uzandı gençliğim.
Rüzgar fönledi kıvırcık saçlarımı
Doğa papatyalarla taçladı.
Rüzgar alladı yanaklarımı.

Güneşin derin izi alnımda tek leke
Alın terim kurumadı hiç.
Ayazın kuruttuğu tenim
Ve yara izlerim
Ellerim hiç ak pak olmadı benim.
Yorgun dizlerim
Aşılacak dağlarım
Koşacak yollarım var benim.


BURAK KILIÇ

Benim hikayem, orta son’da, 99’da, Burhan Felek Pisti yolunda, bir şekilde kendimi orada bulduğum takım servisinde antrenörümüzün ‘Burak, sen 3000 koşacaksın’ demesiyle başlıyor. İlk kez tekmili birden koşacağım bu mesafede, etraftan gelen alaylı sözlere ve rakiplerimin kulvardaki danışıklı perdelemelerine rağmen, son 200 metrede iki dış kulvardan attığım depar sayesinde birinciliği göğüsleyip, yere yığılıvermiştim.

Bu tatlı anının sonrasında, düzenli koşuya başlamam çok sonraya, 2011’de bir arkadaşımın teklifiyle Bozcaada Koşusu’na gitmeme dayanıyor. 10km mesafeyi keyifle tamamladıktan ve koşmaya ‘acıktıktan’ sonra, araya başka koşular da sıkıştırıp İstanbul Maratonu’nda Tam Maraton mesafesi koşmaya karar verdim. Biraz da babamın ‘Koşamazsın sen o kadar’ demesine inat, 42Km’yi kendimce üstün bir gayretle, son kilometreleri ‘koş-yürüler’le tamamladım. Sanırım 2 gün oturup kalkamadım sonrasında.

2012’de İznik’te ilk Ultra mesafe tecrübemi yaşadım: 60Km. Bu yarışla, doğanın içinde koşmanın çok daha başka birşey olduğunu anladım. Bunun sonrasında da her fırsatta ormanda koşmaya ve ultra maraton organizasyonlarına katılmaya gayret ettim. Ultra maratonların en güzel kısmı, normal zamanda belki de hiç bulunmayacağım bir noktadan yarış vesilesiyle geçiyor olabilmek. Büyük genelinde doğayla ve kendimle baş başa olmak, ara noktalarda küçük köylerden geçmek, oradaki evlere, hayatlara çok kısa bakabilmeyi çok kıymetli buluyorum.

Şu ana kadar sınırlarımı en zorladığım yarış 2016 senesinde katıldığım Yunanistan’daki ‘Rodopi Ultra’ oldu. 100 mil mesafe, 8000m yükseklik kazanımlı bu yarışı 36 saatte tamamlarken, fiziksel ve ruhsal olarak çok ilginç(!) anlar yaşadığımı itiraf etmeliyim. Bu ve bunun gibi şu ana kadar katıldığım bazı yarışlardaki hissiyatlarımı burada bulabilirsiniz.

Korona sebebiyle sekteye uğrayan koşu hayatımdaki en güncel katıldığım yarış da 2019’daki UTMB CCC. Durumların düzelmesini ve başka yarışlara katılabilmeyi iple çekiyorum. Her ne kadar hayatıma şimdilerde Almanya, Köln’de devam ediyor olsam da, Team Run.Bo ile gene keyifli organizasyonlara katılacağımızdan, coşkulu sohbetler edeceğimizden şüphem yok.

*Burak ile 2019’da UTMB öncesi yapılan röportajı 06:37’den itibaren dinlemenizi şiddetle tavsiye ederiz.


MÜMİN GÜNEŞ

1981 yılında Bulgaristan’ın Kırcaali kentinde dünyaya geldim. Hem kırsal hayatın sert fiziki koşulları hem de o dönemin hakim siyasal ideolojisi hareket etmeyi gündelik yaşamın temel gereksinimleri arasına koymayı zorunlu kılıyordu. Başlarda el ele tutunup köyler arası patikalardan geçip okula yürümek şeklindeydi. Daha sonraları bir topun peşinde koşma şeklini aldı. Gelişme çağında futbol, basketbol toplarının peşinde devam etti. Yaz tatilinde topluca sabahın erken saatlerinde çıkılan patika koşularına katılmaya çok üşenirdim ve çağırılmak için zil çaldığında uyuyormuş numarası yapmaya devam ederdim. Çünkü çilek ve şeftali bahçelerine tadımlık ziyareti saymazsak koşmak, amacı olmayan sıkıcı bir eylem gibi görünürdü. Takımlar ile çıktığım müsabakalardan önce ısınma koşusu yapmak bile zul gelirdi. O dönemki ergen aklımıza göre ısınmak sert adam işi değildi. Tabi hayat, ders vermek istediğinde hep ironik bir yöntem tercih eder. Aşırı sertlik, kırılma ile sonuçlanır. Esnek olan da daima eski haline döner. Sakatlandım. Hepimizin anlatılmak üzere bir kenarda bekleyen müzmin bir sakatlığı, askerlik anısı veya ilginç bir akrabası vardır. Bende maalesef sadece halı saha sakatlığı var, askerliğim çok rahattı ve ikisi de gereğinden çok uzun sürdü. En nihayetinde bileğimi güçlendirmek için ve tulumba tatlısı olarak başladığım koş-yürü serüveni 2017 yılında Vodafone İstanbul Yarı Maratonu’nda bitiş çizgisini geçmem ile bambaşka bir boyut aldı. Görece kısa sayılabilecek bir zaman diliminde onlarca uzun mesafe koşu müsabakasına katıldım, tecrübe kazandım. Yolun en başlarında, hatta ortalarında ve hala yarışların son bir kilometresinde, sıkıcı ve tekrardan ibaret görünen insanlık tarihinin en eski sporunda kendimi keşfetme şansını buldum. Özellikle saatler süren arazi koşularından sonra bu bulduğum ben miyim diye çok sorguladım, değilmişim… Anlık şuur bulanıklığı… Hala arıyorum…

Katıksız bir disiplin gerektiren fiziki bir eylem gibi görünse de aslında içinde birçok zenginliği barındıran mental bir süreç koşmak. İnsanın kendini inşa etmesi, özü ile temasa geçmesi, kendi sınırlarını, doğanın sınırlarını ve güzelliklerini keşfetmesi, asla bir Kilian olamayacağını anlaması, sosyal hayatta tanıştığımız birçok göbekli abinin aslında bir zamanlar sırtında otuz kilo çanta ile birinci geldiğine inanmış gibi yapma erdemi, hunharca yemek yiyebilme özgürlüğünün tebessümü gibi birçok öğe barındırıyor. Bu güzelliklere ve erdeme giden yolun bireysel olduğuna inanırdım ta ki yolda türdeşlerimle karşılaşana kadar. Yeni sezonda Team Run.Bo ile ağaçlara sarılmalı yolculuklara çıkmak için şimdiden can atıyorum.


YUSUF ÖZCEYLAN

1978 İzmir doğumluyum. Ortaokul – lise çağlarında oynadığım basketbolu saymazsak askere kadar pek bir spor geçmişim olmadı. Evlilik, çocuk, yoğun iş hayatı derken 30 yaşıma kadar zaman nasıl geçti anlamadım. Sonrasında dağcılık kulüpleriyle tanışmamla birlikte doğada bulunmak bana büyük haz vermeye başladı. 2018`e kadar hiking, trekking, tırmanma ve özellikle bisiklet gibi doğada birçok faaliyette bulundum. Patika koşuları kazanına ise Sevgili HÜSEYİN ÇALIŞKAN abim sayesinde daldım. ‘’Güzel güzel yürümek varken koşmaya ne gerek var abi!‘’ desem de pek etkili olmadı. İlk günlerde dilim dışarıda yetişmeye çalıştığım Hüseyin Abi’min gazı ile ilk ultra maratonum olan Efes Ultra 55K’yı koştum, bitirdiğimde “ bir daha asla maraton koşmam“ dedim. 3 gün sonra ağrılar azalmaya başladığında Tahtalı Run to Sky`a yazıldım.

Şimdilerde `koşabiliyorken koş` ilkesiyle programım elverdiğince koşulara katılmaya çalışıyorum. Bana göre doğada koşmak; ağaçlar, dereler, dağlar, tepeler, hayvanlar, inanılmaz manzaralar, arkadaşlıklar ve paylaşımlar vb. gibi o bütünü tamamlayan parçalardan bir tanesi. İlerleyen zaman içinde hedefim, tanımlanan süreler içinde 100 mil koşabilmek. Deneyimli ve eğlenceli Team Run.Bo ailesi beni de aralarına aldıkları için çok teşekkür ederim.


SELMAN FARUK GENÇTÜRK

1989’un bir mart günü Samsun‘da doğmuş Selman. Aslen Trabzon Sürmeneli olan arkadaşımız ufaklıktan alışık dağ, tepe, yayla gezmeye. Sporla olan ilgisi hiçbir zaman profesyonel bir hal almasa da, eldeki imkanlarla sokakta yapılacak bütün hengamelerle, ufak yaştan itibaren uğraşmıştır. Bisikleti yokuş yukarı arazi şartlarında sürmekten hoşlanan bir çocuk olması, onun küçük yaşlarda normal olmadığına dair işaretlerden biri olmuş 🙂 Her Türk evladı gibi sabahtan akşama kadar elinde domates, ekmek, top peşinde koşturması da cabası. Ailecek Ankara’ya göç ettikten sonra, ortaokul ve lise yıllarını genel anlamda futbol baskın geçirmiş tabii ki. Üniversiteyi de hiç sevmediği Ankara‘da okuyunca, sürekli bir yerlere gidip gezeyim tozayım isteği de doğmuş tabi. Askere gidene kadar nereyi ne kadar zamanda koşmuş haberi bile olmayan Selman, bakmış 3km koşularda en arkadan gelip çürük elmaları toplayan birkaç koşucudan biri olmuş komutanların zoruyla:) (İlk ışık 😬) Askerlikten sonra iş hayatının sıkıcı zamanları başlamış elbet. Bir gün iş yerinden bir arkadaşı “Bugün İstanbul Maratonunun kaydının son günüymüş gel bak gidelim, 10 km yarışı da var, nolcak en kötü yürürüz be oluuum, köprüyü yürür geliriz en olmadı ya ” teklifiyle bir anda ilk yarışını koşmaya adım atmıştır:) Tabi o hafta rahatsızlanan arkadaşı gelmese de Selman yarışı bitirir. Tek hedef aslında yürümeden yarışı tamamlamaktır, hedef hallolmuş, 50 dk sonra finish gelmiştir:) Vay be iyi oluyor bu, ben bundan sonra koşayım ya, nasılsa orda burada yarış çok diye koşu macerasına atılır Selman:) İlk ultrası olan Frig’te, yazlıkta ekmek almaya giden tatil çocuğu gibi sadece şort ve tişörtle yola çıkınca susuzlukla ağır bir imtihan geçirir ve bundan sonraki ultraları için en azından yeterli su taşıma dersini çıkarır 😄 Bu yarışta tanıştığı ekip Ankarakoşuyor’un, hafta sonu antrenmanlarına, tembellik yapmadığı zamanlar katılarak kendini az da olsa geliştirme evresine geçmiştir:) Farklı farklı yerlerde bir çok yarışa katılmış olan Selman’ın antrenmanda koştuğu km’ler muhtemelen yarıştakilerden daha az gelmektedir:)) Geçen iki buçuk seneye toplamda 5 ultra, 11 yol yarışı (biri şuuru bulanık biçimde biten maraton 😄),1 de Wings 4 Life koşusu olmak üzere 17 müsabakadan sağ salim, başı dik ve bacakları çarpık ayrılmayı başarmıştır 😄 Likya’da, 2016 Eylül‘de koşulan 18K’lık patika koşusunda beraber koştuğu Sermin sayesinde ilk kez adını duyduğu ekip Team Run.Bo tanışıklığı başlar. 2017 başında beraber koşmayı planladıkları iki ultrayı da (Efes ve Alanya) mücbir sebeplerden dolayı kaçırdıktan sonra, Team Run.Bo’nun da teşvikiyle 22 Nisan’da koşulan İznik için yine bir çılgınlık yapıp 50K’ya kaydolmuştur 🙂 Burada ekibin diğer koşu müdavimi üyeleri ile de bizzat tanışmış ve 50K’yı iki hafta evvelden koştuğu 10 km’lik sıkı bir antrenman programıyla 😬, 7:58 gibi bir süreyle tamamlamıştır ve hala hayattadır 😄 Sanırım durmayacak 😬


MEHMET KAÇAR

80’lerin sonu, 90’ların başında sokakta top koşturan kuşağın parçası olan Mehmet, yerdeyim taştayım, saklambaç, yakalambaç gibi interval tadında oyunlar ile erken yaşlarda spora adımlarını atmıştır. Okul sıralarında gelen takdir belgeleri ile kasetli atari kazanan Mehmet’in sporla ilişkisi artık farklı bir boyut kazanacaktır. Ataride ilk kasetlerinden olan, Ural-Altay dil ailesine mensup (Japonca) yazı karakteri ile dönemin tüm çocuklarını etkisine alan futbol oyunu ‘Tsubasa’ ile mahalleler arası futbol dünyasında hızlı adımlarla ilerleyip akşam ezanı alarmıyla evine geri dönmektedir. 🙂 (Tsubasa, döneminde birçok futbolcuya ilham olmuştur 🙂 Bknz: Arda TURAN/1987, Semih ŞENTÜRK/1983 Lionel Messi/1987). İlkokulun sonlarına doğru, yaz tatillerinde ‘eti senin, kemiği benim’ denilerek bir meslek erbabının yanına konulan Mehmet, çıraklıktan kazandığı haftalıklar ile aldığı Voit marka ilk basketbol topuyla potaları sallamaya başlamıştır. Orta öğretiminde, basketbol ve futbol sevdası devam eden Mehmet, sınıflar arası maç takımlarının vazgeçilmezi olmuştur. Lisede sınıf basket takımında yer alsa da, ilk maçında okul birincisi ekip ile karşılaşıp, basketbol oynamaya tövbe edilesi tadda yenilmiştir. Basketbolu NBA izleyicisi olarak bir süre devam ettirip, alternatif spor arayışında masa tenisi ile tanışmıştır. Lisede sınıf/sıra arkadaşı ve halen dostu olan Burak ile 5 dakikalık teneffüs ve 5 dakika sonra çalan öğretmen zili ile birlikte 10 dakika olan arayı ‘timing’i çok iyi kullanan bu ikili, son katta olan sınıfları ile zemin katta bulunan masa tenisi masası arasında lise son sınıfa kadar mekik dokuyarak kullanmışlardır. Lisans eğitimi olarak Fizik gibi zorlu bir branşı seçen Mehmet, elindeki spor branşlarını arttıramamış, hatta azaltıp, PES (Pro Evolution Soccer) 4 düzeyine çekmiştir :). 4 yılda Fiziği bitiren Mehmet (o yeaah) üzerine lisansüstü eğitimini tamamlayıp, askere gidip 4 ay 15 günde geri gelmiştir 🙂 İş hayatına (Gayrimenkul Değerleme Uzmanı) 2010 yılında, 85 kiloda başlamış, 90’ları görmüş, 100’ü de geçmem halde deyip, 2014 ün sonlarında aynanın karşısında artık kafasının direkt iki omzu arasında durduğunu, boynunun bu süreçte evrilerek kaybolduğunu fark etmesiyle ‘ama ne yedik, fakat iyi yedik, o değil de fena yedik…’ dese de ilk yarı maratonu 110 kilo ile 25 derece sıcakta, sıfır antrenman ile, meslektaşı olan Hüseyin ÇALIŞKAN abisinin ‘hadi Mehmet yaparsın’ demesiyle ‘9 Eylül Koşusu’nu (21K) 2015 Eylül’ünde 02:55 derecesiyle cut-off’a yetişemese de tamamlayıp (sonlara doğru halüsinasyon görse de) 5 gün ateşler içinde yatmıştır :/ Kendine gelir gelmez, ‘acımadı ki’ diyerek 2016 yılı yarı maratonuna kitlenen çaylak koşucu, ‘bu dağlar bizim’ mottosuyla İzmir’de hemen hemen her patikaya hakim olan Hüseyin abisiyle trekking ve bisiklet sürüşlerine başlamış ve devam etmektedir. İlk 10K’sını 19 Mayıs koşusunda (2016) 01:04 le, ikinci 21K’sını 02:10 la tamamlayan Mehmet, 2 ay gibi kısa sürede, #ultracıolabilecekmiyim hashtag’iyle Bodrum ultra maratonuna hazırlanıp (50K) ilk ultra deneyimini 07:55 lik süre ile rahat bir şekilde tamamlamıştır. Kürsüye çıkamasa da, Aylin ablası ile girdiği iddia (Mehmet beni yakalarsan ya da geçersen bla bla bla :D) yı kazanıp, Tavacı Recep’te gerçek kürsüye çıkmayı beklemektedir :D. 2017 yılında İznik, Tahtalı, Kaçkar, Aladağlar, Kazdağları ne varsa hepsini hedefine koymuş fakat her işte olduğu gibi ‘la koştuk ya’ ultra yapılabiliyormuş deyip bırakacak mı, Mehmet de merak ediyor… (Run.Bo edit: Seni Spartathlon koşturmadan bırakmayız valla Memocum)


ADALET ÇETiN-CEYLAN

ados2

1976 yılında Almanya/Bremen’de doğdu. Çocukluğunun büyük bir kısmini geçirdiği apartmanda, yaşıtı olan 9 erkek çocuğunun arasında tek kız olmanın getirdiği zorluk ve avantajlar ile büyüdü. Bu şartlar altında tanıştığı ilk spor sokak futbolu oldu. “Kız bu, futbol oynayamaz…oynayacaksa kaleci olsun” diye düşünen arkadaşları tarafından ilk olarak kaleci yapıldı. Kısa zamanda sürekli kalede top beklemekten sıkılan Adalet, yakın zamanda arkadaşlarını ikna ederek orta sahaya açılmayı başardı. Takım onu o kadar benimsemişti ki, futbol oynamaya giderken Adalet’in zili çalınmadan gidilmezdi. Okul yıllarında Adalet’in ilgi alanı hızlı bir şekilde basketbol ve voleybola kaydı. Uzun yıllar boyunca okulun her iki takımında aktif olarak yer aldı. Üniversite yıllarında ise yüzmeyi kendisi için keşfetti. Takım olmadan ve sadece kendisi ile baş başa spor yapmanın da zevkli ve çok dinlendirici olabileceğini anladı ve bu şekilde haftada en az iki kere yüzmeye başladı.

2006 yılında İstanbul’a taşınma ve iş hayatına atılma sebebi ile spor hayati ilk aşamada biraz duraklamaya başladı. Neyse ki kısa zamanda Windsurf’ü keşfetti. Sık sık kendisini İstanbul’da boğazın kirli sularına ya da Ege’ye attı. Her ne kadar spor salonlarından hoşlanmasa da düzenli bir şekilde spor salonuna gitmeye başladı. 2010 yılında ilk kızına hamile kalması ile beraber spor hayati bir süre için sadece uzun yürüyüşlerden ibaretti… tabii ki minik kızının peşinden koşturma, onu eğlendirmek için taklalar atma, bebek uzak atmaca oyunları ve benzeri aktiviteler spordan sayılmaz ise. 2011 yılında Almanya’ya geri dönüş ile bu sefer spor hayatı fırsat buldukça yoga yapmak ile geçti. Peki bu kadar farklı sporu yaptıktan sonra koşmak da nerden çıktı? Hem de „koşmak çok sıkıcı, bana göre değil“ diyen birisi için? Koşma merakı, 2015 yılında Adalet’in ikinci kızını dünya getirmesinden sonra ortaya çıktı. İkinci hamilelik ve doğum sonrası hareket şarttı ama spor yapabilmek için fazla zaman yoktu ve de esnek olmak gerekiyordu. Spontane bir şekilde yapılabilen bir spor gerekliydi. Bu durumda hazır evde koşmaya bir hayli merak sarmış ve motive eden bir eş de varken aslında o da koşabilirdi. Lakin Adalet ilk koşu denemesinden 20 dakika sonra nefes nefese, koşmaya hali kalmadığı için, yürüye yürüye, hatta sürüne sürüne evine geri döndü. Ve o an anladı ki, eski kondisyonundan çoktan eser kalmamıştı. Bu durumdan o kadar rahatsız olmuştu ki, kondisyonunu tekrar eski haline getirebilmek için hırslandı.

Kendisine 2016 için koyduğu ilk hedefi 10k’lik bir koşuya katılmaktı. Bu hedef çok kısa zamanda yarı maraton koşmaya dönüştü. Sıkı bir antrenman programı sonrasında Ekim 2016’da Bremen’de ilk yarı maratonunu koştu. Ve bu hazırlık süreci içerisinde, koşmak çoktan bir tutku haline gelmişti…


SAVAŞ LUTFi KARA

savas_foto

Her şey bir gün ayakkabı bağcığını bağlamak için eğildiğimde başladı. Maalesef o bağcık bağlanamadı. Aynaya baktığımda kendimi tanıyamadım, ne zaman alınmıştı bu kilolar! (Boy 1.72 kilo 90 Kg :)) Panikle ne yapabilirimin araştırmasına başladım. İlk önce doğru beslenmeyi öğrendim ama sadece bununla kilo veremediğimi baskülde görünce! yağ yakma egzersizlerine başladım. Lise çağında spor olsun diye biraz judoyla uğraşmıştım. O günden bugüne disiplin içerisinde ilk kez spor hayatına tekrar dönüş yapmış oldum. Kilom 80 Kg’a kadar düştü ama orada çakılıp kaldım. İş yerinde sürekli koşan bir arkadaşım 10K üzeri koşular yapmazsam bu kiloları yakamayacağımı söyleyince hemen peşine takıldım. İlk aylar ona yetişmek için yerlerde süründüm desem yeridir. Benim azimli çalışmalarımı görünce; “arkadaş bak sende ışık görüyorum ultra maraton koşalım seninle” dedi. Ben “ne ola ki o” derken kendimi İznik Ultra Maratonu 82K kategorisine kayıt ederken buldum. (Tabi şunu da söylemeden geçemeyeceğim, beraber koşalım diyen arkadaşım İznik ultra maratonuna gelmedi :/ Galiba biraz satış oldu. ) Ben heyecanla sadece düz koşu çalışmaları yaparken, bir basketbol maçında iki bacağımın iç/dış menüsküslerini 2. derece yırtarak talihsiz bir kaza geçirmemle koşu hayatımın son bulacağını mı sandınız?? Doktorun koşamazsın telkinini dinlemeyerek önümdeki 6 ayı kendimi tedavi etme sürecine adadım. İznik’te gerçekten koşmak istiyordum (sonra neden koşmak istediğimi koşunca daha iyi anladım). Bu süreç benim için birazcık acılı geçti. Vazgeçmedim, azimle çalıştım, beni bu işe sokan arkadaşım senin içinden ne çıktı, koşu canavarı varmış senin içinde diye şakalaşmaya bile başladı 🙂 Hayatımda hiç uzun mesafe koşmamıştım ve ilk defa 82K ultra maratonla başlayacak olmak bazılarınca çılgınlık olarak görüldüğünü kabul ediyorum. Bende bunu bitirince anladım ama biraz geç oldu. İznik benim için müthiş deneyimdi, çocuklar gibi atlaya zıplaya koştum, yolda gördüğüm herkesle sohbet ettim, tecrübelerinden faydalandım. Doğayla iç içe olmak, dağların o müthiş enerjisini içimde hissetmek bana çok iyi gelmişti. (Tabi yarış sonrası sünnet çocukları gibi yürüdüğümü hatırlamak istemiyorum 🙂 ) Koşudan sonra bir arkadaşım benim bu halimi görünce artık koşmazsın herhalde deyince “yoo ben bu işi çok sevdim, tam benlik, sırada Kapadokya 110K var” cümleleri ağzımdan bir çırpıda çıkıverdi.

Ultramaraton felsefesi tam da kafama göreydi. Benim için dağlarda koşmak nefes almak gibi olmuştu, yeni şeyler öğreniyor, yeni arkadaşlar ediniyordum. Bunlardan bir tanesi de Aylin Savacı Armador oldu. Yazıları ve koşularıyla benim Team Run.Bo ailesi ile tanışmama vesile oldu iyi ki de oldu… 🙂 Benim “Acaba bana da Team Run.Bo ailesinde yer var mıdır?” soruma sevecen ve sıcak kanlılıkla EVET dediler. Böylelikle benim de güzel anlarımı paylaşabileceğim bir ailem olmuş oldu. Çok mutluyum!

Bir Run.Bo olarak hayalim bir gün UTMB’de koşabilmek. (Run.Bo edit: Savaş 2019’da UTMB’nin OCC parkurunda (55K +3500m) koşarak hayaline bir adım daha yaklaşacak…)


HAKAN CEYLAN (Deutscher Panzer!!!)

hakan

Hakan’ın sporla buluşması çocuk yaslarında sokak sporu ile oldu. Bos zamanlarında arkadaşları ile Stuttgart sokak aralarında doyasıya futbol oynadı ya da bisiklete bindi. Günü gelince bir şekilde bir spor kulübü ile buluşması gerçekleşti. Almanya’da yasayan birçok Türk çocuğu gibi ilgisini çeken spor futboldu ve bundan sonra yıllarca haftada 1-2 defa antrenman yapacak ve hafta sonları maça çıkacaktı. Bu aktiviteler kondisyonunu geliştirmek için iyi bir baz oluşturdu. Zamanla ilgisini çeken başka spor çeşitleri de hayatına girdi. Düse kalka olsa da özellikle Windsurf’den (Beginner Level) zevk aldı. Yine su sporuna olan hayranlığından dolayı dalgıçlık ile ilgilenmekte. Koşu alanında ilk yarışına 2010’da İstanbul’da katildi. Bu ilk deneyimde 15 kilometreyi 1:15’de koştu, koşunun son aşamalarını sürünerek tamamladı. Bir kere koşmanın tadına varmışken durmak olmaz tabii ki, İstanbul maratonundan sonra genelde Almanya’da çeşitli yarı maratonlara katıldı ve fırsat buldukça katılmaya devam ediyor..

Hakan neden Runbo olmak istedi? Çünkü ayni şeylerden zevk alan arkadaşlar ile güzel anıları paylaşmak istedi. Aynı zamanda her ne kadar aradaki mesafeler uzak olsa da karşılıklı olarak koşu ile ilgili yapılan motivasyonun işe yaradığına inanıyor. Bunun en son kanıtı, Ekim ayında koştuğu ve Bike ve Ersavaş’ın gazı ile 1:43 ile tamamladığı Amsterdam yarı maratonu oldu.

Yari Maraton PB: 01:38:28 (2016, International Volkslauf Rastatt)
Maraton PB: 03:38 (2016, Bremen Maratonu)


SEYiT AYDOĞMUŞ

11070914_883113035060584_6970506672596043170_n

1966 yılında Gaziantep`te doğup, 1975 de Kıbrıs’a göç ettim. İlk resmi yarışmam da, ilkokul son sınıfta 1000 m.de bölge birincisi olmuştum ama Kıbrıs finallerinde madalyayı kil payı kaçırdım. Orta okul ve lisede lakabım Tarzan idi, iyi koştuğum ve yüzdüğüm için, bir de daldan dala atladığım için herhalde, bilemiyorum.  Bu dönemde  400 m, 800 m ve 1500m`de madalyalarım oldu ( harbisinden ama 🙂 ). Lisede atletizmde Kıbrıs şampiyonu olup Aydın’da 1984 Türkiye liseler arası 4.su olmuştuk. Ne günlerdi be 🙂

Zorlu eğitim ve sonrası çalışma yıllarında koşuyu bırakmıştım ama dağcılık, trekking, yelken, paraşüt, scuba ve sky diving yaptım. Sylvester Stollene meşhur filmini yapmıştı ve artık lakabım Rambo oldu, yelken yarışı yaptığımız kaptanımın katkılarıyla 🙂 . Avrasya koşuları ilginç gelmeye başladı sonra, fırsat buldukça koşmaya başladım. Bir Avrasya yarışında efsane ultra maratoncu Bakiye Duran ‘ı tanidim ve onun davetiyle patika koşularına başladım. İlk koşuda da sonraki yıllarda macera, orienteering ve dağ maratonlarında ortağım olacak olan, muhteşem performanslı Aylin Savacı Armador ile. Daha sonra da birçok koşucu dostum oldu, meslektaşım çalışma arkadaşım Cem Arıtürk‘ün gece koşuları dikkatimi çekti ve ben de tecrübelerimi onunla paylaşmaktan ve beraber koşmaktan büyük keyif aldım 🙂 . Ve son ortağım Cem sayesinde de Team Run.bo ile tanıştım… Eh Rambo’nun bir RunBo olması kaçınılmaz olmuştu artık…

Resmi olmayan ve kaydetmediğim çok koşularım oldu ama resmilerden en uzunu 45 km ile Kaçkar ultra maratonudur (Haziran 2015). En iyi surelerim : Avrasya maratonu 5 saate yakın, Runtalya Yarı Maratonu 2 saatin 5-6 dakika altında ve  İstanbul Yarı Maratonu 1 saat 53 dak., 10000 m 53 dk., 5000 m 25 dk., 3000 m 11 dk, 1500 m. 4.30, 800 m. 2.08 dak, 400 m. 52 saniye, 200 m. 25 sn, 100 m. 12.3 

Geçmiş böyle ama geleceğe bakma zamanı şimdi. Daha koşulacak çok yol, aşılacak çok patika var önümüzde. Güzel günlerde güzel insanlarla hep birlikte koşmak üzere 🙂


AYLiN SAVACI ARMADOR

473fd995-e27d-4adb-90d5-ba37a6941401

Koşmanın, herkes için farklı anlamları olsa da benim için kendiliğindenlik belki. Planlamadan, düşünmeden, içimden geldiği gibi, öylesine, kendiliğinden  oluveren…. Aşk gibi mi acaba? 😊

Ağaç dallarında ve bahçe duvarlarında jimnastikle başlayan spor geçmişim uzun yıllar İzmirspor’da sürse de benim için vazgeçilmez olan, dağlarda olmak, ormanın gizemli patikalarında koşmaktı. Renkleri, kokusu çiçekleriyle; ağaçları, kuşları, dereleriyle bir olmak, bir nefes almak belki. Zorlu askeri eğitimin bir parçası olan ruhsal ve fiziksel dayanıklılık testlerini de bu sayede geçmişimdir belki de, kimbilir….😊

Birbirinden çok farklı koşular, yarışlar koştum. En çok sevdiklerim hep doğada, hep dağlarda olanlarıydı. Çok güzel dostluklar, arkadaşlıklar, tecrübeler edindim  bu sayede. Hikayeler dinledim, anılar biriktirdim. Ultra maratonlara birlikte başladığım canım arkadaşım Alper Dalkılıç ve ilk ultra maratonumun bana kazandırdığı dostları…

Bireysel koşulardan çok daha zor, çok daha anlamlı olanı takımca koştuklarımızdı. Dağ aşma maratonları, orienteering macera yarışları gibi takım halinde yapılan  sporlarda hep yanımda olan destekleyen ortağım sevgili Seyit Abim ve her ikimizin de yeni takım arkadaşları… (Sermin ve Cem) 😉

Ve şimdi de Team RunBo ailem… Aranızda olduğum için mutluluk ve heyecan duyuyorum. Bizleri bekleyeni yaşamaya ve yeni maceralara koşmaya hazırım. Serüven kaldığı yerden devam ediyor ne dersiniz?😘

(Editörün notu: Türkiye’nin en iyi kadın ultra koşucularından biri Aylin’in bu mütevazi yazısına sakın ama sakın aldanmayın… ;)) Aramıza hoşgeldin Aylin, senden öğrenecek çok şeyimiz var!  Bize ilham vermeye devam et. Dağlar, ormanlar, patikalar senindir, durmak yok, koşmaya, keşfetmeye devam! Yeni maceralarını heyecanla bekliyoruz…)


SERMiN AKIN KURT

image2

1979 Aralık İstanbul doğumluyum. Hayatımın her döneminde çok hareketli bir türlü yerinde durmayan bir insan olarak değerlendirildim. Sanırım durursam bir şeyleri kaçıracakmışım gibi geliyor 🙂 Çocukluğum boyunca ağaçların tepesinde dolaştım. Şimdiyse ormanlarda, patikalarda, dağların zirvelerinde dolaşıyorum. Spor hayatım, lisanslı sporcu olarak ortaokul yıllarında başladı. Beni okulumuzun atletizm takıma seçtiler ve il/ilçe yarışlarında şuraya git, koş koşabildiğin kadar dediler 🙂 Ne beslenme, ne taktik… Ama o zaman da koşarken uçtuğumu hisseder, bacaklarımdaki acının bir süre sonra yok olucağını bilerek büyük bir mutlulukla koşardım. Ortaokul sonrası atletizm’i bırakıp yüzmeye başladım. Ataköy spor kulubünde 3 yıl yüzdüm. Sizlere anlatabileceğim önemli dereceler ve başarılar yok maalesef 🙂 Sonrası malum üniversite çağına gelmiş her Türk genci gibi, spor beni engeller diye uzaklaştırıldım. Ama spor insanın kanından öyle kolay kolay çıkmıyor 😉 Üniversitede de yamaç paraşütü, trekking, dağcılık ve kayak ile tanıştım. Sonra iş hayatı ile birlikte daha soft, pilates gibi salon sporlarına geçiş yaptım ama duvarların arasında spor yapmaktan hiçbir zaman hoşlanmadım. Vee hayatıma sevgili arkadaşım ve ortağım Aylin Savacı Armador’un girişi ile 2013 yılında tekrar koşmaya başladım. İlk yarışım Büyükada New Balance 11k koşusuydu. Aylin ilk gidelim dediğinde yapamayacağımı düşünmüştüm ama çılgın motivasyonu sayesinde 55 dk civarında koştum 🙂 O günden sonra da bir daha koşmayı bırakmadım. Daha sonra yarı maraton, dağ aşma maratonu, sky trail, şehir koşusu ve benzeri birçok yarışa katıldım. En çok da patika ve dağ koşularından keyif aldığımı söyleyebilirim. Bireysel yarışlardan ziyade takım halinde koşulanlar ise muhteşem..
Benim için koşmak tutku gibi..

Sevgili arkadaşım Aylin ile haftasonları Çekmeköy ormanlarına sabah kimse uyanmadan gidip kahvaltıya yetişme telaşı ile koşarak antreman yapıyoruz 🙂 Şimdi de Team Runbo ekibi ile koşmaya başladım.. Sizleri tanıdığım için çok mutluyum. Muhteşem parkurları sizlerle birlikte deneyimlemek çok eğlenceli olucak 🙂


ELÇiN ARITÜRK

elcin_engel

1979 yılında doğdu. Sporla 5 yaşında tanıştı, yaklaşık 5 sene kış aylarında buz pateni, yaz aylarında roller blade yaptı. Ortaokul kulüp seçmelerinde muhteşem 163 cm’lik boyu ile basketbol takımına seçildi, 6 sene boyunca DSİ ve okul takımında lisanslı basketbolcu olarak oynadı. Daha önce bireysel spor yapan Elçin, basketbol ve turnuvaları sayesinde takım ruhunu tattı. Basketbol oynadığı yıllarda her gün, günde iki antrenman yaparak kondisyonunu yukarılara taşıdı. Fakülte yıllarında spora amatör bir şekilde devam etti. Tenis, SCUBA diving, kayak ile ilgilendi. Bu tip ekipmanı bol spor dallarından keyif alsa da koşu için sadece kendisinin yeterli olduğunu keşfedince, havayı koklayıp, rüzgarı dinleyerek koşmanın tadına vardı. Runbo’ya katılması tamamen “ Ne var yani benim neyim eksik ben de runbo olurum” şeklinde “çemkirme” ile gerçekleşen Elçin, dağlarda, ormanın içinde koşmaktan keyif alıyor. Henüz kayda değer bir başarısı olmasa da bir “son runbo” olarak hedefi, akciğer kapasitesini arttırarak uzun uzun koşabilmek…