Likya Yolu Ultra Maratonu 2017

LİKYA YOLU ULTRA MARATONU – İNSAN OLABİLMENİN ZEVKİ
http://www.likyayoluultramaratonu.com
Yazan RunBo: Savaş Lütfi

KARAR
Her şey aslında bir sene önce başladı. Arkadaşım aynı zamanda koşularımızda bize hocalık yapan Aylin Savacı Armador’un Likya macerasını izlerken filizlendi (Editör notu: Filizlenmeden ağaca dönüşme süreci Savaş’ta saliselerle ölçülüyor 😊); bu nasıl bir koşuydu çok etaplı ve bir insanın kendini her şekilde sınadığı bir koşu… Yapabilir miydim, neden olmasın, denemekten zarar çıkmazdı, Ersavaş’ın bana dediği gibi “kafalama dalıyorsun abi yarışlara” bu yarışa da öylece çok düşünmeden dalmıştım aslında. Belki de sınırlarım neresiydi bilmek istiyordum. 2015 yılından beri ultra maratonlara katılıyordum ama ilk defa çok etaplı bir yarış koşacaktım. Benim için heyecanlı ama bir o kadar da bilinmezliğe giden bir yoldu.

HAZIRLIK
Hazırlık kısmını 3 bölümde anlatmak istiyorum.

1. Antrenman: Bu yarışı 2017 yılı için hedef yarışım olarak seçtim. Koşacağım her yarış buna bir hazırlık olacaktı. Şu anda görev yaptığım Diyarbakır’da eğim çalışması yapamadığımdan, sadece yarışlardan yarışlara tepe koşuyordum ki Likya’da en çok bunun eksikliğini hissettim. Diyarbakır yeterince sıcak bir yer olduğu için öğlenleri 40 derecenin üstündeki sıcaklarda koşarak sıcakta koşmaya alışmıştım. Akşamları dahi sıcaklık 30 derecelerin üzerinde olduğu zamanlar oluyordu. Hafta sonları gece koşularına alışmak için gece yarısından sabaha kadar 4-5 saatlik uzun koşu antrenmanları yaptım. Yaptığım bu tüm antrenmanlar düz koşuydu. Uludağ Ultra maratonunda Mustafa Kızıltaş abiyle bu konuyu konuşup tavsiyesini istedim. O da bana sırt çantamın içine yaklaşık 6 litrelik pet su şişesi koyup koşmamı ve ne zaman 10K yı 5 pacelerle geçmeye başlarsan o zaman hazırsın demektir deyince antrenmanlarımı bu plan üzerine kurguladım. İlk hafta 3 litre ile 10K koşmaya başladım. İkinci hafta 6 litre ile 10K koştum hiç düşündüğüm kadar kolay olmadı. Ağırlık arttıkça denge sorunları oluştu, kullandığım çanta omuz bölgesinde tahrişler yaptı, bunları engellemek için çeşitli şeyler denedim ama pek başarılı olamadım. Ta ki doğru çantayı alıncaya kadar, malzeme kısmında bu konudan bahsedeceğim. 6 litrelik ağırlıkla pacelerimi 5:30 lara kadar düşürdüm ama daha aşağıya indiremedim. Koşu hepimizin de bildiği gibi çok uzun soluklu disiplinli çalışmalarla geliştirilebilen bir spor dalı. Bu arada Aylin’in tavsiyelerini dinleyerek mental çalışmalar yapıyordum. Gece yatmadan önce Likya parkurlarında koştuğumu hayal ederek uyuyordum. Bazı sabahlar bayağı yorulmuş olarak uyanıyordum. Koşu antrenmanlarıma ilave olarak vücuttaki core kaslarımı güçlendirmek için bisiklet ve crossfit yaptım. Bunların çok faydasını gördüm, koşu boyunca hiç bel ve sırt ağrısı yaşamadım.

2. Gıda: Yemek planlamasını yaparken 3 öğün ve koşu esnasında tüketilecek gıdalar olarak planlama yapmaya çalıştım. Yarış organizasyonu bize sadece sıcak su temin edeceğinden bu şekilde hazırlanabilen gıdalar tercih sebebiydi.
a. Sabah kahvaltısında hafif ama yüksek kalorili gıda olarak sıcak suyla karıştırabilecek şekilde hurma, çeviz, incir ve keçi boynuzu ununu blenderden geçirerek bir karışım hazırladım. 1 çay bardağı kadar yulaf ezmesini vakumlayarak poşetledim. Bir miktar ceviz, fındık, kajudan oluşan kuruyemiş hazırladım. Hazırlarken bilmediğim ama beni yarış esnasında kurtaracak olan çekirdekleri çıkartılmış zeytin ve eski kaşarı da vakumlayarak porsiyonladım. Koşulardan arkadaşım olan Esma Eroğlu’dan tarifini aldığım enerji kekini hazırlayarak günlük tüketeceğim şekilde porsiyonlayıp poşetledim.

b. Hazır gıdalara karşı toleransı olmayan bir kişi olarak beslenme konusu benim için bir handikap oluşturmaktaydı. Yarıştaki bir çok arkadaşım hazır çorba ve hazır noodle tüketmişlerdi. İnternette yaptığım araştırmalar sonucu kendi hazır çorbamı ve yemeğimi yapma kararı aldım. Bunun için ev tipi bir dehidratör fırın ve vakum makinesi satın aldım. Çeşitli gıdaların nasıl hazırlandığını ve kurutma sürelerini öğrendikten sonra çeşitli denemelerde bulundum. Kendim içinde en uygun olan yeşil mercimek, bezelye, enginar ve börülceden oluşan çorbamı hazırlayıp kuruttum ve kesinlikle koşu boyunca en zevk alarak yediğim yemeğim oldu. İkinci yemeğim olacak pirinç noodle için patlıcan, kabak, brokoli ve karnabahardan oluşan sebze sosumu hazırlayıp bunu da kurutup vakumladım. Gerçi pirinç noodle kalorisi makarnadan yüksek olduğu için son anda karar vermiştim ve deneme yapmadım sıcak suda çabuk hazırlanacağını düşünmüştüm ama evdeki hesap çarşıya uymadı :/ yanılmışım, pirinç noodlelar istediğim gibi yumuşamayarak sert kaldılar. Her zaman prototip uygulama yapıp sonuçları değerlendirmenin doğru olduğunu bir kere daha teyit etmiş oldum. Aylin hocamdan aldığım tavsiyeleri de değerlendiriyordum. Mesela patates püresi ve balık gibi. Yedi gün balık yemenin bıkkınlık vereceğini düşünerek 3 gün için et konserve almıştım. Aslında etimi de kurutmak istedim ama 1 hafta boyunca nasıl olacağını kestiremediğimden vazgeçmiştim. Bir de Türklerin gittiği her yere taşıdıkları iki şeyden biri olan sarımsağı yanıma doğal antibiyotik ve noodle’a lezzet katacağını planlayarak aldım. (Sarımsağı son günden önce çadırda hapşuruklar olmaya başlayınca akşam yemeğim olan noodle içine koyup tükettim ama kokusu elime çok fena sinmişti, koku hassasiyeti yüksek olan Aylin “madem yiyecektin yutsaydın bari” diye çok fena fırça attı :// Haklıydı, kokunun rahatsız edeceğini düşünememiştim, bütün olarak yutmak o an aklıma hiç gelmemişti.) 100cc de zeytin yağını da unutmadan listeye ilave edelim.
c. Koşu esnasında tüketmek için ise biraz enerji barı satın aldım ve bal, pekmez, kahve biraz tuz ve limon suyundan oluşan enerji jelimi hazırladım.
Son hafta parkurları inceleyerek neyi nerede tüketeceğimi kafamda kaba taslak planlamıştım. Sahada her zaman planlar değişiyordu işin güzelliği de burada değişen durumlara ayak uydurabilmek, her an bir sürprize hazır olmak. Kimbilir beni ne sürprizler bekliyordu…

3. Malzeme: Üzerinde çalışılması gereken diğer bir konu da yanınızda taşıyacağınız zorunlu malzemeler haricindeki eşyalar. 1 hafta boyunca size yeterli olacak gıda ve teçhizat sırtta taşındığından bunların ağırlıkları önemli bir konu, hele günler geçip yorulmaya başladıkça… Aylin hocamın tavsiyesi toplam ağırlığın 10Kg geçmemesi idi. İlk önce hafif ama iyi bir çanta almalıydım. Yaptığım araştırmalardan Hoka One One Tor 30l çantasını beğenmiştim ama Türkiye’de bunu bulamadım, yurtdışından temin etmenin maliyeti çok yüksek olunca yurt içinde bulabileceğim markalara yöneldim. Salomon ve Raidlight çantalarını inceledim. SPX mağazasında bire bir inceleme şansı bulduğum Salomon Peak 30 modeli almaya karar verdim. İnternette yaptığım fiyat araştırmaları bu çantayı 500-600 TL bir fiyat aralığında alabileceğimi gösteriyordu, fakat şanslıydım bulduğum bir outdoor mağazasından 369 TL gibi bir fiyata satın aldım. Bence bu çantayı almakla da çok iyi karar vermiştim koşu boyunca hiç sıkıntı çıkarmadı, bir çok arkadaşım çantalarından sırt ve bel kısımları yara oldu. Uyku tulumu hafif olmalıydı ama hafifledikçe fiyat artıyordu. Sonunda 600 gr ama fiyata 170 TL olan bir tulum bulmuştum. Çantama sığması için matın şişme olmasına karar vermiştim, fakat hafif olmalıydı, nedense hafif olan her şey fiyat olarak ağırdı… Aliexpress’ten 400gr ağırlığında orta karar fiyatta bir model bulup aldım ama şişme mat konusunda hata yapmıştım bunu da yarışın ikinci günü gece yarısı uyurken bir şeyin mata batıp patlatmasıyla anlayacaktım. Bir dahaki sefere Mustafa Kızıltaş abinin bu konuda ki tavsiyesini dinleyeceğim. Migros’tan 15 TL’ye ince matlardan satın alıp ve sadece sırt bölgesini koruyacak şekilde küçülterek yanında taşıyorsun. Pratik, hafif, düşük maliyetli ve en önemlisi patlamıyor yada diğer seçenek Bakiye ablanın dediği gibi “arkadaşlar doğaya uyum sağlayın” -mat kullanmadan uyku tulumunun içine girip uyumak. Çantam, uyku tulumu ve matımla beraber toplam ağırlık 1,5Kg olmuştu, bu benim için iyi bir rakamdı. Çok etaplı yarış raporlarından okuduklarıma göre kıyafet konusunda 1 yağmurluk, 2 şort, 2 tişört, 3 çorap, 1 kompres çorap, 1 buff, 1 orta boy plaj havlusu ve çok hafif bir çift terlik almaya karar verdim. Yonca Tokbaş’ın Likya yazılarından öğrendiğim mandal ve 2 metre çamaşır ipini de unutmadım. Tırnak makası, cımbız, su toplamaları için şırınga iğnesi, bandajlar, voltaren jel, kalem piller, kafa feneri, acil durum battaniyesi, reflektör yelek bu ıvır zıvırları içine koymak için de küçük bir çanta daha. Aslında daha sonra, koşu esnasında, bu küçük çantanın ne kadar fazladan ağırlık yaptığını anlayacaktım. Bunun yerine daha hafif olan kilitli poşete koymak daha iyi bir fikirmiş, artık bir daha ki sefere 😉 Dinlenme vakitlerinde okumak için küçük bir kitap ve not almak için küçücük bir defteri de almayı ihmal etmedim. Ne var ki halsizlikten not filan alamadım, güya koşu esnasında yaşadığım ufak detayları unutmamak için not alacaktım.
Bütün hepsini topla, böl, çıkart sonuç 10,5Kg hedef tutturulmuş sayılır. Yola çıkmaya hazırım.
3
Yarış Günleri

i. Kampa katılış: Diyarbakır’dan Dalaman’a uçakla, oradan servislerin kalkacağı yer olan Fethiye otogarına yolculuk esnasında 6G katılımcılarından Fatih Gez ile tanıştım, eee iki koşucu yan yana gelirse ne konuşulur? Tabii ki koşu… yolun nasıl geçtiğini anlamadan çok keyifli bir muhabbet olmuştu. Otogarda servislerin kalkma saatlerini bekledik. Katılımcılar birer ikişer geliyorlardı, bir kısmını sosyal medyadan tanıyordum. Servislere doluşup kamp alanına gittik. Organizasyon gayet iyi ve planlıydı. 6G ve Likya katılımcıları için kıl çadırlar hazırlanmıştı. Bizim için tek çadır hazırlanmıştı. Çantamı çadıra bırakıp kayıt işlemlerim için kurulan çadıra gittim. Kuyruğa girmiştim ki sorumlu arkadaşlar “Lütfen ultra koşucularına öncelik verelim” diyerek kibarca bizi öne aldılar. Çok farkında olmasanız da yaptığınız iş diğerlerinde saygı uyandırıyordu. Bunu koşu boyunca hep hissedecektim.
4Gerekli evrakları doldurup numaramı aldım. Koşu rotalarının yüklenmesi için Garmin standından gps kiralayıp koşucuları sahada takipten sorumlu olan Serdar Güyük’e ilk gün sabah almak üzere teslim ettim. Akşam yapılacak olan brifinge kadar organizasyonun hazırladığı yemeklerden yedim ancak bir daha 7 gün sonra yiyebilecektik… Tanımadıklarımla tanışıp sohbet ettim. Ultra ekibi birer ikişer kamp alanına geliyorlardı. Çadırımızda başka kimler vardı: Mustafa Kızıltaş, Hakan Kerimoğlu, Gürkan Açıkgöz, Emrah Gülden, Aylin Savacı Armador, Sezgin Sarban, Fatih Kocaman, Seda Nur Çelik, Rene Vollgraaff, Fedai Kürtül, Samet Önder, Şule Oğuz, Sophie Webster, Bakiye Duran ve Fatih Karakurt. Bu ekip 1 hafta boyunca aynı kaderi paylaşacaktı. Organizasyon tek tek her birimizin malzemelerini kontrol etti ve kullanmayacağımız eşyalarımızı akşam teslim alacaklarını bildirdiler. Kural gereği teslim edilen malzemelere ancak yarış bitimi ulaşılabiliyor olacağız, bu noktada neyi alıp neyi bırakacağınıza iyi karar vermeniz gerekiyor. Akşam yemeği ve ilk gün koşulacak parkurun brifinginden sonra çadıra çekilip son hazırlıklar ve dinlenme moduna geçtik ama biraz heyecan, biraz ilk defa böyle bir ortamda bulunmaktan dolayı olsa gerek sabaha kadar tulumun içinde dönüp durdum.5
ii. 1.Gün: Sabah erkenden 05:15 gibi kalkmıştım, malum koşu ekibi kalabalık ve tuvalet sayısı az, erkenden sıraya girmek lazım 😉 sonrasında kahvaltı için hazırladığım karışımı sıcak suyla karıştırıp, enerji kekimle beraber yedim. Suluklar dolduruldu, tulum, mat ve diğer eşyalar koşu çantasına güzelce yerleştirildi. Bugün koşarken rahat olacağını düşündüğüm Raidlight’ın tişörtünü giymiştim fakat omuz bölgesinde çantanın kaymasını engelleyen silikon parçacıkları ilerleyen saatlerde 10Kg çantanın ağırlığı ile köprücük kemiklerinin olduğu bölgeyi tahriş etti, ertesi gün bu tişört giyilmeyecekti, yanlış tercihti :/. 6İlk günkü parkurumuz 25,7K’lık bir parkurdu, 6G ekibi ile beraber koşacaktık. Servislerle başlangıç noktasına gittik. Sabah koşu parkurları yüklenmiş gps cihazını almıştım ama Serdar’ın başı kalabalık olduğu için nasıl kullanacağımı öğrenemedim. Takip cihazlarımızı da teslim aldık ve koşmaya hazırdık. Start verilmiş ve büyük bir coşkuyla koşmaya başlamıştık, gps cihazını açmış ama nasıl kullanacağımı bilemediğimden çok kurcalamadan en kötü ihtimalle akşama öğrenirim düşüncesiyle önümdeki ekibi kaybetmeden koşmaya karar vermiştim. Mustafa abiyi uzaktan takibe almıştım. Tabii yetişmek mümkün değil belli bir süre sonra koptum. İyi bir tempoda koşmaya devam ediyordum. Likya yolu işaretlerini ve kalabalığı takip ederek ilerlemeye devam, kampta tanıştığım İlker Sarıkaya ile güzel bir tempo tutturmuş gidiyorduk ilk CP’ yi geçmiş muhabbet ederek devam ediyorduk bu arada sağa dönüşü kaçırmışız bayağı ilerleyince fark ettik neredeyiz? Cebimdeyken gps cihazının ayarları değişmiş bir türlü doğru sayfayı bulup konumuma bakamayınca etrafta işaret aramaya başladık. Tepede sol tarafta koşanları görünce o tarafa doğru gittik gene ilk cp’ye geri dönmüştük, hayal kırıklığı! Bu da bu işin doğasıydı. Tekrar rotaya dönüp, kaçırdığımız sağa dönüşü gördüm, adamlar kocaman bayrak koymuşlar muhabbet edersen görmezsin tabii! Bu arada 3K fazladan koşmuşuz, iniş çıkışlarla yolumuza devam ettik. Bir anda karşımıza Aylin ve Seda çıkıverdi onlar da yollarını kaybetmişler. Asfalta çıkınca Aylin’e uyup tempomuzu bir hayli arttırdık, bu bana parkurun sonuna doğru kramp olarak geri dönecekti. Aylin ve Seda uçup gittiler. İlerleyen kilometrelerde İlker midesinden rahatsızlanınca yavaşlamaya başladı ben yavaş yavaş arayı açmaya başlayıp yola devam ettim. Parkurun sonlarına doğru hafif hafif baldırlarımda kramplar ve ağrılar oluşmaya başladı. Kendi kendimi motive ederek “bu normal, hiç yokuş çalışmadın” diyerek devam ettim. İlk gün fena sayılmayacak performansla bitmişti. Hemen duş ve ardından biraz protein tozu alarak beslenmeye ön hazırlık yapmıştım. Yemeğimi yerken diğer arkadaşlar da birer ikişer gelmişlerdi. Yeni kurulan arkadaşlıklar bireylerin birbirlerini tanıma ve bilgilerin paylaşılması şeklinde devam etti. Çadırımızda çok uyumlu ve güzel bir hava vardı. Herkes bir birinden bir şeyler öğreniyordu.

iii. İkinci Gün (Yediburun-Patara): Sabah 05:00 sularında başlayan hazırlıklar, kahvaltıda bugün sadece tatlı karışımını ve yanına biraz çay yapıp yedim. Başlangıç saati olan 06:30’u heyecanla beklemeye başladım. Bugün 42,80K’lık parkuru, videolardan hep seyrettiğim tekne ve patara sahilini koşacaktık. Akşam gps kullanmasını öğrenmiştim, kendimi bugün daha bir güvende hissettim. Güzel bir tempoda başladım, ilerleyen kilometrelerde içimde bir rahatsızlık oluşmaya başladı, istediğim gibi koşamıyordum. Bir bıkkınlık yorgunluk hali oluştu, beslenmemi eksik yaptığımı düşünerek enerji jelimden aldım, ama daha bir yorgun hissettim. Beni motive eden tek şey doğanın güzelliği idi. Tişörtümü değiştirmiştim omuzlarım rahattı ama dünden kalan tahriş bölgeleri hala hassastılar. Gps’i kullanmaya alışmıştım, Patara sahiline geldiğimde sandal Azmak’tan Fedai abiyi karşıya geçiriyordu, geri gelip beni almasını bekledim. Sonunda ben de karşıya özel teknemle geçecektim 😉 Patara sahilinde koşmaya başladığımda çöllerde tecrübesi çok olan arkadaşım Ceren Hancıoğlu’nun söyledikleri aklıma geldi “denize yakın yerler daha sert olur, daha kolay koşulur”, suyun karayla birleştiği hattı takip etmeye başladım. 100 metre sonra “Böyle kıymetli bir sahile ayakkabı ile basmak günah olur” diyerek ayakkabılarımı çıkarmaya karar verdim. Çıplak ayak antrenmanları yaptığım için alışıktım ve 10K’lik parkurun her santimininden keyif alarak koştum, yorulduğumda da belime kadar denize girip, kendimi serinleterek ödüllendirdim.
7Bugünkü koşu da tamamdı, kamp alanına gitmek için benden önce bitiren ekip yaklaşık 3 saattir servisin kalkmasını bekliyordu, benim varmamla birlikte, yarım saat içiunde hareket ettik. 1 saat sonra da kamp alanına varmıştık. Sebebini anlamadığım şekilde bugün kendimi daha bir yorgun hissediyordum. Hemen beslenmem gerektiğini düşünerek fazla oyalanmadan öğle ve akşam öğünü karışımı bir şeyler yedim. Dinlenmek istiyordum ama merakıma yenik düşüp arkadaşların anlattıklarını dinlemeyi tercih ettim. Akşam brifinginin sonunda organizasyondaki arkadaşların hazırladığı video skeçle bayağı eğlendik. Bu tutunca bir hafta boyunca arkadaşlar her gün farklı bir video hazırladılar, LYUM web sitesinde izlemenizi tavsiye ederim. Gece uyumaya çalışırken mattan çırt diye bir ses geldi, o an bir şeyin battığın anladım. Bu günden sonra mat olmadan uyumak zorunda kaldım, fena da olmadı daha sonraki geceler daha kolay uyumaya başladım.

iv. Üçüncü Gün (İzne-Sarıbelen-İzne): 40.23K’lık parkuru sabah 06:30 da kamptan start alıp gene kampta bitirecektik. Sabah aynı kahvaltı karışımımı sıcak suyla karıştırıp yemiştim. Yavaş yavaş tatlı baymaya başlamıştı. Koşmaya başlamıştık, kendimi yola ve koşuya konsantre etmekte zorlanıyordum. Yolda 6G’den tanıştığım Ezgi Alpaslan ile karşılaştım. Koşarken konuşmayı sevdiğim ve mesafeleri unutmak için koşu üzerine onunla sohbete başladık. Benim için iyi bir yol arkadaşı olmuştu, onunla finiş noktasına kadar nasıl geldiğimizi anlamadım. Biraz su ve yanıma aldığım enerji barını yemek için mola verdim.
8Fatih Kocaman CP’ye geldi ve hızlıca ayrıldı ama su matarasını unutmuştu ekibe bana verin yolda yakalarsam veririm dedim aldım, vermeye fırsat kalmadan geri geldi. Arkasından ben de çıktım ama çok hızlı gidiyordu ya da ben çok yavaştım gözden kayboldu. Az ilerideki kalenin içine girmiştim, işaretleri takip ederek kalenin üst tarafına çıktım fakat bir türlü çıkışı bulamadım. Başladığım noktaya kadar dönüp geldim, çıkış nerede idi kendime kızıp duruyordum ki notlara bakmaya karar verdim. Gayet net yazıyordu “kalenin içinde işaretleri takip etme! Direkt karşıya git” bende öyle yaptım, çıkış karşımdaydı yarım saat kalenin içinde boşuna debelenmiştim. Tamamen yürüme moduna geçmiş koşamaz durumda bitkin bir hale geldiğimde 10 dakika kadar daha ilerledim ve bir ağaç gölgesi bulup dinlenmeye karar verdim. Çantamı çıkarttım; eski kaşar, zeytin ve kuruyemişlerden oluşan bir çilingir sofrası kurmaya karar verdim. Bunları afiyetle yedim bir 5 dakika daha dinlendikten sonra yola koyuldum. İlerleyen saatlerde yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Bir kere daha şunu çok iyi anlamıştım ki şekerli gıdalar benim için iyi sonuçlar vermiyordu. Karar vermiştim, kampa dönünce çantamdaki bütün şekerli gıdaları atacaktım. Kendimle mücadelenin sonuna gelmiştim, kamp alanına ulaştım. Nedense depresif, yorgun, umutsuz bir durum içine girmiştim. Planladığım öğlen ve akşam beslenmelerimi yaptım ve enerji jellerinden, enerji barlarından, kahvaltı için hazırladığım tatlı karışımından kurtuldum. Seda kötü bir şekilde ayağından sakatlanmıştı. Aylin onu bırakmama, yarın beraber gitme kararı vermişti. Ben de bedensel olarak iyi ama ruhsal olarak çok kötü durumdaydım, onlarla beraber gitmem belki benim için de iyi olacaktı. Kendime bir misyon yüklemiş ve devam etmek için bir anlam kazanmış olacaktım.

v. Dördüncü Gün(Kaş-Simena): Bugün 31.9K’lık bir parkur koşacaktık. Düne göre biraz daha iyiydim çünkü sabah kahvaltısında peynir ve yulaf ezmesi karışımını yemiştim, tatlıya elveda! Bugün benim için ayrı bir öneme sahipti, güçlü iki kadının arkasından onları izleme, hayata dair büyük dersler alma şansım oldu. Önde Aylin, Seda, arkada ben yola düştük. Çıkışta hızlı bir tempoda başladılar, ben de arkalarından yetişmeye çalıştım. Seda’nın ağrısı olduğu belli oluyordu ama tempolu bir şekilde ilerliyordu. İlk CP’ye yaklaşık 1K kala Seda biraz durdu, çok ağrısı olduğunu, tahmininden çok önce arttığını, bırakacağını söyledi ama emin değildi. Aylin karşısındakini izliyor ama onun istediğini söylemiyordu, “tamam, bırak Seda” dese, Seda da bıraksa kendi kendini yiyeceğini moral olarak çok daha kötü olacağını biliyordu. İlerleyelim, durumuna göre karar veririz diyerek onu oyunda tutuyordu. Tecrübe bu olsa gerek. Aylin kol kanat germiş, ablalık yapıyordu. İşte ultralarda benim aşık olduğum ruh buydu. Koşuya iki müsabık olarak başlamışlardı ama şimdi… İlk CP’ye gelmiş su ikmalimizi yapmıştık, herkes Seda’yı merak ediyor, ona destek olmaya çalışıyordu. Bu sırada o kendi ile mücadelesine devam ediyordu. Biz sessizdik, fakat o bizden bir ses bekliyordu “hadi tamam” gibi mesela. Gözlerimizin içine bakıp sessizce devam edince Seda da bu sessizlikte kuvvet bulup devam etti. Daha sonra kendisini de “Orda bir şeyler söyleseydiniz muhtemelen bırakacaktım, sessizce devam edince ben de geldim” diyecekti. Önde Aylin yolu buluyor ve tempomuzu ayarlıyordu. Seda büyük bir savaşçıydı ağrılarıyla yılmadan, vazgeçmeden devam ediyordu. Bana da her zamanki gibi konuşarak motivasyon işi düşmüştü, anlayacağınız kolay işi kapmıştım. 😉 Havadan sudan, hayatlarımızdan, hayallerimizden bahsettik ki geçtiğimiz mesafeleri, ağrıları, sızıları algılamayalım. Şunu da söylemeden geçmek istemiyorum hayatımda görmediğim güzellikte koylardan geçtik. Herkesin buralardan geçmesini bu güzellikleri tatmasını dilerim. Bazen muhabbete dalıp çok yavaşlayınca usta sprinter (Aylin) seslenip beni uyarıyordu.
9Her şeye rağmen kendinle, ortamla mücadelelerini, müsabıkken yardımlaşmalarını seyrediyordum. Ruhları böyle yüce kadınları gördükçe hayran olmamak elde değil. Son kilometrelerimizde bize Rene de yetişti. Finişe 3 Silahşörler ve Dartanyan misali dörtlü olarak girdik. Servis saatine kadar hemen biraz beslenme ve dinlenme molası. Ayak parmaklarımda ve taban altında dün önemsemediğim su toplanmaları iyice büyümüştü, bugün onlara bir önlem almalıydım. Kampa ulaşıp biraz temizlenme, dinlenme, beslenme ve sohbet muhabbet derken bayağı vakit geçmişti. Sağlık görevlileri arkadaşların yanına giderek su toplanan bölgelere müdahalede bulundurdum. İçleri kum ile dolduğu için ancak kapak açıp öylece temizleyebileceklerini söylemişlerdi. Tamam dedim. Bunun yanlış karar olduğunu sonraki günlerde anlayacaktım. Üst deri tabakası alınan bölgeler iyice hassaslaşmıştı.
12
vi. Beşinci Gün (Simena-Demre): Bugün ki parkurumuz kısaydı 17,64K. Artık kendimi daha pozitif hissediyordum. Sabah kahvaltım kaşarım ve yulaf ezmesi lapasıydı ve yanına çay. Saat 09:00 da başladık biraz geç ve sıcak bir saatti. Bugün üçlümüze Ezgi de katılmıştı. Anlayacağınız muhabbet etmekten koşamıyorduk! Ekip çok iyi gidiyordu. Seda önceki güne göre çok iyi ve bırakmadığına çok mutluydu. Ben tabanlarımdaki acıyla mücadele ederek yokuşları çıkmaya çalışıyordum doğrusu kendimden utanıyorum grubun en arkasında sallana sallana gidiyordum.
10Bazen bana hadi “Savaş” diye sesleniyorlardı. Yaklaşık son 5K da ekipçe koşmaya başladık, Aylin burada bizden koptu. Üçlü olarak yavaş yavaş tempo artırarak koşmaya başladık. Finişe başladığımızdan daha güçlü girmiştik. Bugün ödül günüydü. Organizasyon ayran ve gözleme ikram etti, tabi Seda’nın organizasyonla olan iletişimdeki katkılarını da unutmayalım. 🙏 Ne söyleyeyim gözlemeler çok iyi geldi. Yorgunluk ve dolu bir mide birleşince, gelsin biraz uyku. Sonrasında sahilde biraz yürüyüş ve hep koşacak mıyız birazda günbatımını seyrederek ortamın keyfin çıkartmak lazım değil mi?11
vii. Altıncı Gün (Dinlenme): Bugün dinlenme günümüzdü; tek yapacağımız şey ye, iç, ve yat. Kamp alanımızın yanında akan azmağın şifalı olduğunu duyunca vücudumuzdaki yaraları iyileştirir düşüncesi ile daldık sulara, 15 dakika durduk suyun içinde su çok soğuktu ayrıca enerjimizi soğuk suyun almasını istemedik. Her şeyi kararında bırakmak lazım değil mi? Sabah ve öğleden sonra olmak üzere iki seans yaparak tedavimizi tamamladık. Akşam üzeri ayakların bakımı yapılarak dinlenmeye geçtik, zira uzun gün koşusu için gece 01:00 de hareket edilecekti.
13viii. Yedinci Gün (Finike-Çıralı): Servisle Finike’deki başlangıç noktasına gittik. Bugün Aylin yalnız koşmak istediğinden Seda’yı bana emanet etmişti, ama Seda da yalnız koşmak istediğini, onunla koşmak mecburiyetimin olmadığını söylediğinde onun isteklerine saygı duyarak koşuda yalnız bırakmaya karar verdim.
14Kendimi diğer günlere göre çok daha iyi hissediyordum, sadece taban altında oluşan blisterler canımı acıtıyordu. Start öncesi brifingimizi aldık ve koşmaya başladık. Yaklaşık 3K’lık asfalt koşusuna başlamıştım, Aylin önde arkasında Seda uçup gitmişlerdi. Yavaş yavaş tempomu arttırarak ilerlemeyi tercih etmiştim. Yaklaşık 700 metre önümde Emrah ilerliyordu, ritmi benimkine uyumlu olduğu için arkasında ilerledim, asfalttan kum sahile indik, buradan sonra 30K’lık kumda mücadele başlamıştı. Bu noktadan sonra Emrah’la sessiz bir anlaşma yaptık, ben onu o beni koşu sonuna kadar bırakmayacaktı birbirimizi taşıyarak, destekleyerek koşunun sonuna kadar gidecektik. 15Seda’yla karşılaştık, ağrısı vardı ama ilerliyordu, iyi olduğuna emin olduktan sonra yavaşça ondan ayrıldık. Kumda ilerlerken sertleşmiş alanlarda koşmayı tercih etmiştik, birbirimize sola, sağa kayalım diye ikaz ederek koşarak ilerliyorduk. İyi bir ekip olmuştuk. Kum sahili hiç yürümeden birbirimizi iyi motive ederek koşarak geçmiştik. Gelidonya Feneri’ne gelmeden önceki ilk CP’de Aylin’i yakaladık. Biz burada durup biraz dinlenme ve çorba molası vermeye karar vermiştik. Kum sahil bizi biraz yormuştu. Aylin CP’den ayrıldı biz de beslenmemizi tamamlayıp fazla soğumadan yola koyulduk. Tırmanmaya başladığımızda gün ağarmaya başlamıştı. Orman içinde ilerliyor, Emrah’la muhabbet ediyorduk. Bir ara bu yarışa bir daha gelmeyeceğini söylemişti. İlerleyen saatlerde sandal ağaçlarından oluşan ormanın büyüsüne kapıldığımızda çoktan düşüncesi değişmiş, yüzümde gülümseme oluşmuştu. Hayat insanı nasıl dönüştürüyordu doğala, özüne doğru… Gelidonya Feneri’ni geçmiş yukarıya doğru tırmanırken Aylin arkamızdan geldi, kaybolmuştu, bizi görünce biraz şaşırmış nasıl yetiştiğimizi sormuştu. Gerçi kaybolmasa biz ona zor yetişirdik. Önünüze geçti, hızlı bir tempoda üç beş dakika içerisinde gözden kayboldu. Acaba gene mi kayboldu diye seslendik, cevap yoktu bir sonraki CP’ye kadar endişe duyduk. CP’de sorduğumuzda 20 dakika önümüzde olduğunu duyduğumuzda rahatlamıştık. Aylin uçuyordu sanki, çok güçlü bir koşucu… Biz de kendi tempomuzda koşmaya devam ettik, bir sonraki CP’de durup beslenme yapmaya karar verdik. Yorulduğumuzda CP’ye gelinceye kadar yürü koş yapmaya başladık. Nihayet gelmiştik, gölge bulup bir şeyler yedik. Musa Dağı bizi bekliyordu. Dağ tırmanış bölgesine gelinceye kadar nar bahçelerinin içinden düşük tempoda koşmaya devam ettik. Tırmanmaya başlamadan önce biraz durup dinlenmeye başlamıştık ki Rene ,arkasından Fatih ve Sezgin abi geldi.
16

Hep beraber tempolu bir şekilde tırmanmaya başladık. Beş kişilik bir sinerji oluşturmuştuk zirveye kadar kimse kimseyi bırakmadan, teşvik ederek ilerledik yek bir vücut gibi hepimiz aynı kaderi paylaşıyorduk. Zirvede su molası sonrası yola koyulduk, bende yorgunluk başladı, çok su içmiş dengemi bozmuştum. Ekibin arkasında onları takip etmeye çalışıyordum. Bu noktadan sonra Sezgin abi ve Fatih önde kopup gittiler. Çıralı sahile kadar Rene, Emre ve ben bir tempoda birbirimizi çeke ilerledik, yalnız sanki Musa Dağı inişi sanki hiç bitmeyecek gibi geldi. İn in in bitmedi. Çıralı sahile gelmiştik, sahil kenarından taşların üzerinden gitmemiz gerekiyordu, Ben ve Emrah işin sonuna geldiğimizi düşündüğümüzden sahilde koşmak yerine yürümeyi tercih etmiştik. Rene, aynı Aylin gibi ufak tefek ama çok güçlü bir kadındı, koşamaya başladı dönüp bazen bize de seslenip haydi diyordu baktı biz gelmiyoruz devam etti. Gerçi bugün eşi gelmişti ve onu bekliyordu iyi bir motivasyon sebebi finişte sizi bekleyen birisinin olması… sahilin sonlarına doğru koşmaya başladık ve finiş ufukta gözüktü bu macera da burada son bulmak üzereydi.
17Çanlar bizim için çalıyordu, Emrah’la finişe beraber girdik. Bitmişti, her güzel şeyin sonu vardı. Her zamanki gibi Aylin hazırlanmış, ailesine kavuşmak için aceleyle gidiyordu. Ekip çadırda dinleniyor ödülümüz olan bira ve köfteleri yiyordu. Ekip birer ikişer geldi. 13 kahraman çok az kişinin cesaret edebildiği bir işi başarmışlardı.
18Akşam ödül töreni vardı. Aylin kadınlarda 1, Seda 2, Rene 3 olmuştu, kürsüye o olmadığı için ben çıkmıştım, biraz espri konusu oldu, Aylin bayağı değişmiş 😉 diye. Aylin’in yerine kürsüye çıkmam galiba bu gidişle bir geleneğe dönüşecek. Eh ilk önce dublörlük sonra bir gün belki bizde çıkarız kendi adımıza kim bilir… Törenden sonra parti vardı, herkes gönlünce eğlendi. Arkadaşlarla yapılan hoş sohbetlerle geceyi tamamladım ve yarın geri dönüş yolculuğuna başladım, bir hafta başlamış ve ne olduğunu anlayamadan bitmişti.19
Alınan Dersler
Taner Damcı hocanın ödül törenindeki konuşmasında dediği gibi “artık buraya geldiğiniz kişi değilsiniz”. Bir hafta boyunca kendimi ve çevremdeki kişileri izlemiş, analiz etmiştim. Nasıl mücadele ettiklerini hangi durumlarda bıraktıklarını veya devam ettiklerini. Ustalardan çok önemli bilgiler almıştık. Eşsiz bir deneyimin parçası olmuş, mutlu ve gururluydum. Teknik bir parkurla nasıl başa çıkılır, uyku tulumunun içinde nasıl elbisenizi değiştireceğinizi, blisterlarla nasıl müdahale edileceğini, beslenmenin nasıl yapılacağını vb. aslında bir nevi eğitim haftası oldu. İnsanların hayat hikayelerini dinledim mesela Gürkan Açıkgöz kendisi bir diyabet hastası ama bunu yönetmesini öğrenmiş ve kendisi gibi olan insanlara rehber olmayı misyon edinmiş. Çok güzel işler başarıyor, alkışlamak lazım.
Desteklerini eksik etmeyen aileme, benim ikinci ailem olan Team Run.BO’ya, yarış boyunca merak ve desteğini eksik etmeyen kaptanımız Bike Geçkinli’ye, teknik destek sağlayan Ersavaş’a, tecrübesini ve yol göstericiliğini eksik etmeyen hocam Aylin Savacı Armador’a, kendisine yardım etmemi sağlayarak aslında bana yardım eden Seda Nur Çelik’e, son gün beni yanında taşıyarak koşmamı sağlayan Emrah Gülden’e, güzel sohbetleri ile koşmama destek olan Ezgi Alpaslan’a, ufak tüyoları ve motivasyon mottoları için Ceren Hancıoğlu’na, beslenme konusunda tariflerini paylaşan Esma Eroğlu’na, CP’lerde bizi destekleyip motive eden Yonca Tokbaş’a, öğrettikleri için Bakiye Duran ve Mustafa Kızıltaş ustalarımıza, hayatlarının bir haftasını paylaşan çadır arkadaşlarım Hakan Kerimoğlu, Gürkan Açıkgöz, Sezgin Sarban, Fatih Kocaman, Rene Vollfgraaff, Fedai Kürtül, Samet Önder, Şule Oğuz’a ve organizasyon olarak mükemmel bir işe imza atan Uzunetap, Argos ve Arvento’ya sonsuz minnetlerimi ve teşekkürlerimi bir borç bilirim.

İyi ki hepiniz varsınız.

Team Run.Bo Sonuçlar:

Ultra Maraton (6 Etap, 240K)
Aylin 42:16:45 (Overall: 5/16, Cat:1)
Savaş: 46:54:54 (Overall: 9/16, Cat:7)