Maxi Marathon Race, 2018

Maxi Race, Marathon Race (42K, D+2700m)
27 Mayıs 2018

Koşan Run.BO’lar: Savaş (Ultra Race: 116K, D+7400m)
Bike, Ersavaş (Marathon Race: 42K, D+2700m)

Başlarken:

maxi TR team

Neden Maxi Race? Beklentiler… Beklentiler….

Bahadır hoca gidelim dedi, “hay hay” dedik. 😉
Peki, peki başa saralım..

Cem Ayhan yine ince eledi sıkı dokudu, 2018 yurtdışı yarışımız için bize 2017 yılının Ekim’inde pek çok yarışla birlikte bu öneriyle geldi… Yeni bir Grossglockner vakası bizi mi bekliyor acaba derken aşağıdaki az ve öz bilgiler bizi heyecanlandırmaya yetti de arttı bile:

Maxi Race adıyla geçen yarış, 85K’da +5140m ile 2015 IAU Dünya Trail Şampiyonası’nın yapıldığı teknik ve zorluğu ile efsane bir parkurda yapılıyor. Her patika koşucusunun hayali UTMB koşmak ise, Chamonix’ye taş atma mesafesinde yani dibinde yer alıyor Maxi parkuru. Dolayısıyla bu sağlam referans ile zaten parkur kolay olamazdı… Ana merkez Annecy idi, Annecy’yi google yapınca şahane fotoğraflar çıktı karşımıza. Burası Fransız Alp’lerinin kuzeyinde yer alıyordu, su kanallarının üzerinde yükselen eski şehir, panjurlu evleriyle Venedik’in ikiz kardeşi gibi idi! Annecy Gölü Fransa’nın en büyük 3. ve en temiz gölü idi. “En temiz” hayli iddialı gelebilir fakat adamlar kafayı çevreyi kirletmemekle bozmuş bi kere! (Keza Annecy’deki yarış köyündeki tuvaletler örneğini ilk kez gördüğüm susuz tuvaletler idi.. Ayrıca bisiklet ve toplu taşıma ile ulaşım konusunda teşvikleri vardı..)

Bu parkuru 2015 yılında Türk Milli Takımı adına koşan Aykut Çelikbaş ile Caner Odabaşoğlu’na sorma şansım oldu. Ortak fikir parkurun sert çıkış ve inişlerle dolu, kayalık, taşlık ve yer yer çamuru ile kaygan olduğuydu. Caner, bazı bölgeleriyle Geyik parkuruna benziyor bile dedi. Bir de üzerine sıcak hava eklenince tadından yenmiyordu parkurun zorluğu. Özellikle parkurun Doussard’dan sonrası şenlikti. Aykut su ve tuz konusunda özellikle uyarmıştı. ”Akan suların içine gir, kendini mutlaka serinlet” dedi. Ultra Kitap içinde de sayfa 50’de Aykut, koşulan mesafelerle ilgili örnek olarak Maxi Race’ten bahsetmişti.  Maxi Race’teki yükseklik kazanımı ve zemin şartları sebebiyle 85K mesafesini 13 saatte bitirebilmişken, İznik Ultra 135K’sını 14 saatin hemen üstünde bitirebilmişti. Yani, özetle Maxi Race teknik ve zor bir parkurdu.

Maxi’ye gitmeye karar vermek hiç zor olmadı…

Maxi Race resmi web sayfası: https://www.maxi-race.net/en/france-home-page/

Kayıtlar 15 Kasım’da açıldı, maraton ve maxi race kayıtları aynı gün doldu. Hemen o gün, kayıtlarımızı olduk, hatta uçak ve otelimizi de ayarladık.

Fakat…

Maxi her ne kadar global bir yarış organizasyonu gibi görünse de, 7410 listeli koşucudan 6619’u, yani katılımcı sayısının %90’ı Fransız. (Diğer frankofon koşucuları da katsak muhtemelen %95’e ulaşırız.) Bu anlamda organizasyon içinde Fransızca dışında iletişim kurmanın zor ve zahmetli olduğunu baştan belirtelim.

Maraton (42K) mesafesi 2.049 kayıtlı katılımcıyla en popüler yarış kategorisi.

Maxi Hakkında Düşünceler:

Galiba bu parkuru bir ben aşırı çok sevdim. Üstelik raporunu yazmak da bana düştü. Artık o sizin şansınız mı şanssızlığınız mı kendiniz karar verin. 😉

Öncelikle parkuru geçen yıl koştuğumuz Grossglockner’i ile kıyaslamak istemem. 2’si bambaşka 2 parkur. Grossglocker alpin parkur idi. Start kayak pistinden başlamıştı. Alpler’in en yüksek zirvelerinden geçiyordu, rakım 2.300-3.000m’lerde idi. Ağaç, orman pek görmedik. Genellikle kayalar, taşlar, aşıt geçişleri, su geçişleri, vb.  Bayağı dağcılık faaliyeti ile karma bir olay idi. Maxi’de rakım ise 2.000m’lere bile yaklaşmıyor. 2 zirve var parkurda, biri 1640m diğeri de 1286m.’de Evet sert çıkışlar bunlar, teknik diye tanımlanan bir parkur, çıkması da dert inmesi de, ama manzaralar o kadar baş döndürücü ki, kafamı yerden kaldırabildiğim her an şükrettim burada olduğuma. Aylin Eiger’de kendini Türkiş Heidi gibi hissettiğini söylemişti, ha aynen ben de öyleydim! Karlı sert dağların aralarında, yemyeşil bir renk paleti içinde, ara ara görünen turkuaz gölün etrafında kıvrıla kıvrıla gidiyordu parkurlar.

Koştuğum asfalt yarışlarını saymazsam fazla yurtdışı trail yarış tecrübem yok. Bir elin 2 parmağı sadece. Haddime düşmez ahkam kesmek. Yılların tecrübeli hocalarımıza saygım sonsuz fakat belki benim de az tecrübeli, patika koşularına gönül vermiş biri olarak objektif olarak değerlendirme şansım olabilir düşüncesiyle bir cesaret yazıyorum.

Bazı konuları aşağıdaki başlıklarda toparlamaya çalışacağım.

  1. Organizasyon

İyi organizasyon nedir? Açmak lazım belki de.

Bence;

Zamanında start alan, kit teslimi, drop bag organizasyonu makul olan, kontrol noktalarının belirtilen yerlerde, önceden listelenen yiyecek ve içeceklerin yer aldığı, takip çip sisteminin çalıştığı, sonuçlarının doğru açıklandığı, parkur işaretlemelerinin düzgün yapıldığı organizasyon iyidir. Makuldür. Organizasyonun kuralları net olarak yazıyor ve uygulandığını hissediyorsanız zaten o organizasyonun alnından öperim! Bunların hepsi için tam not veriyorum.

Ha ne eksikti?

bike finisher madalyasiz fotoFinisher madalyamız yoktu. Madalya yerine, Maxi Race t-shirtü verdiler, keza üzerinde ne finisher olduğumuz, ne de yarışın yılı yazıyor… (Ultra bitirenlere de rüzgarlık verdiler.. Ne hoş.. ;))

Yarış sırasında Suunto saat şarjım bitti. Tek CP’miz vardı zaten, belki Suunto’nun sponsor olması sebebiyle şarj istasyonu kurmuşlardır hayalim vardı. Alabildiğim en iyi cevap “kablon yanında mi?” oldu! 😉

Ha ne fazlaydı?

Menthon’a gelmeden 25K civarıydı, ek su noktası açmışlardı. Gözlerime inanamadım. Hayır acaba bu noktayı kullanırsam diskalifiye olur muyum endişesi bile doğdu bende! Kullanamadım!

Yarış kiti içinde plastik bardak ve Maxi’ye özel üretilmiş bira çıktı! Bira, yahu biraa,! (Ultra katılımcılarının bira şişelerinin üzerine ayrıca bib numaralarını da yazmışlar, daha neler! ;))

Maxi Race bence oturmuş, tıkır tıkır çalışan, iyi bir organizasyon.

  1. Parkur

Şimdi dostlar. Burayı biraz uzun tutabilirim. Baştan özür.

Elit atletlerin antrenman ve yarıştığı parkurları hepimiz izliyoruzdur. Sanki koşmak artık tek başına bir kriter olmaktan çıktı. Doğa içinde olduğumuza göre içinde doğa ile mücadelenin her türlüsünün barındığı yarışlar heyecan verir oldu. Elbette bu tip antrenman yapma şansı olanların bu parkurlarda yarıştıklarında da başarı şansları daha fazla. Fakat, misal olarak 2 yıldır koştuğum (koşmaya çalıştığım demek daha doğru olabilir) Alanya Ultra parkurunu fazla teknik bulduğumuz için koşamadığımızdan hayıflandık. Fakat bu yıl katılan Rus ve İngiliz elit atletlerin bu parkurlarda nasıl koştuğunu da bizzat gözümüzle gördük mü, gördük! Demek ki teknik parkurlar koşulabilir!

Hep söylerim. Burada da tekrar edeyim fırsatı gelmişken. Ben dağcılık, trekking’den evrilmiş bir koşucuyum. Dağcılık geçmişim 25 yıl, fakat koşuculuk geçmişim sadece 4 yıl. Koşudan, patika koşularına gönül vermem de tesadüf olmadı pek tabii, aslen haz aldığım şey doğada başbaşa olmak. Patika koşusu da bi nevi hızlandırılmış trekking değil midir? Doğanın sunduğu sürpizleri seviyorum. Patikada iken başımıza bin türlü şey gelebilir, patika yarışlarının bu bilinmezlik tarafını zaten seviyorum. Her yıl aynı parkuru koşsan bile birbirine asla benzemeyen yarış tecrübeleri biriktirmemize fırsat oluyor patika yarışları.

Şimdi bütün bunları neden anlattım…

Gelelim Maxi parkuruna. Beklentilerimize.

Öncelikle parkurun internette bol miktarda videoları mevcut. Bu güzel haber. Grossglockner’de doğru dürüst bir tane video bile yoktu, parkurun ne olduğu muamma idi. Maxi Race için ise bir sürü video vardı, hatta kendimle eş performansta gibi gördüğüm birinin videosunu izlediğimde de hızlı yürüyüş ile koşmak arasında gidip geldiğinden parkurun nasıl olduğu hakkında gerçek fikri, nerdeyse 3. Boyut gibi gözümüzün önüne sermişti. Salomon’un merkez ofisinin burada olması sebebiyle, How to Trail Run gibi pek çok öğretici videolara ev sahipliği yapan bir parkur Maxi Race. Zemin ile ilgili epey hafıza kaydı yaratmış meğer. (Sözün özü. Açın izleyin bu videoları yarıştan önce.)

Maxi Race, Annecy gölünün etrafında 1 tam tur döndüğünde 85K’lık parkur oluyor. 42K maraton parkuru ise Doussard’dan başlayıp gölün yarısını koşturan bir parkur. Fakat yine güzel haber, maraton parkuru, diğer koşulan 116K ve 85K parkurlarının da son 42K’sı aynı zamanda. Fakat tüm göl parkurunun en teknik ve zor olan bölümü olarak geçiyor.

Şimdi bunu okuyan herkes burada bir titresin, sonra da parkurda da saldırsın 😉 Tamam mı?!

Parkura hazırlık için önerilen antrenman yerleri: Valide Sultan Bendi, Kayıp Orman’ın single track ağaç köklü patikaları, Geyik parkuru, kayalık ve uzun tırmanış içeren trekking rotaları (Kurban Dağı gibi).

Aslen olan, Avrupa yarışları için belki de antrenman yaptığımız yerleri çeşitlendirmeliyiz. Kaygan zeminde nerdeyse hiç antrenmanımız yok. Hatta kaya tırmanış antrenmanlarına acaba başlasam mı fikri bile var kafamda.

Bütün bunları çözdüğümüz gün bizler için Maxi parkuru sürprizli ve bahsedildiği kadar teknik olmaktan çıkacaktır. Unutmayalım ki birileri çıkıp 4 saatin altında bitirmeyi başarıyor bu parkuru!

Diğer taraftan, bu parkur Türkiye’de olsaydı ne olurdu diye mini bir beyin jimnastiği yaptım! Anlatayım.

Bu yarışın 2.si yapılmazdı!

Benim koştuğum çıkış sırası ile ilk patika girişinde tam 25 dakika olduğumuz yerde bekledik. Sıra açıldığında da bir ağaç kütüğünün üzerinden atlamak için onca zaman beklediğimizi anladık! Tek bir kul söylenmedi. Fransızlar kendi aralarında sosyalleşme fırsatı olarak bu zamanı kullandılar! Sonraki zirve tırmanışlarında bitmeyen bir sıra ve kuyrukla ilerledik. Fotoğraf çekmeye yeltenmek demek en az 50 kişinin önüne geçmesi demek. Sıra ve beklemeyi sevmeyen sabırsız bir milletiz. Hepimiz yarış sonunda yerden yere vururduk organizasyonu!

(Cappadocia Ultratrail’a saygı… Valla ipli geçişteki bizimki sıra beklemek bile değilmiş!)

parkur

Parkur işaretlemeleri ve bilgi tabelaları: Yarış kataloğunda detaylı olarak anlatılıyor.

Her CP öncesinde, her 3k ve 1k öncesi olmak üzere, bilgilendirme tabelaları yer alıyor. Tabeladaki işaretlerde o CP’de ne olduğu ve cut off süreleri yer alıyor. Asterix’in Obelix’i  koca cüssesiyle koşarken tiplemesini de kullanmışlar, pek şeker!

tabela yonlendirme

Her CP çıkışında bir sonraki CP’ye olan uzaklık ve kaçar metre irtifa kazanımı olacağı, cut off süresi ayrıca yazıyordu.

Büyük CP’de (bizim için tek kontrol istasyonu vardı -Menthon) CP’ye girmeden 100’er metre önce ve sonra destek noktası buradan başlar / biter diye ek bir yönlendirme bulunuyordu. Burada koşucularına destek vermek isteyenler bekleşiyordu. Bu noktanın öncesi ve sonrasında da dışardan destek almak yasaktı. (Türkiye’de bazı uzun mesafe yarışlarımızda suyu bitip parkurun bir noktasında iken arkadaşını arayıp su getirten bazı arkadaşlarımıza ithafen bu konunun altını özellikle çizmek isterim.)

Parkurda hem sarı (ucunda kedi gözü bulunan) şeritler hem de yerde turuncu boya ile işaretlemeler mevcuttu. (Turuncu organik bir boya imiş, bir zaman sonra doğaya zarar vermeden uçup gidiyor. Baştan yazmıştım, adamlar doğanın kirlenmemesi için manyak duyarlılar!)

Maraton yarış parkuru:

Doussard’dan 466m’den 07:30’da başlıyor yarış. Sabah Annecy merkezinde bir noktadan 06:00’da kalkan otobüslere yetişmek için otelden çıkıp hafif yağmur altında yaklaşık 3K joglayarak varıyoruz. Servis sırası yoğun ama oldukça akıcı.

Kayıtlı 2000 kişi olduğumuz için ITRA puanlarımıza göre bize verilen Bib numaralarına göre kendimize ayrılmış sıralı bloklarda yerimizi alıyoruz, ilk grup ile ikinci arasında yaklaşık 10 dakika çıkış farkı var. (Bu arada Bib numaralarına karşılık beklenen yaklaşık finiş süreleri de önceden hesaplanmış, üzerimizde fena baskı var!)

Bir kapalı spor salonun önünden start alıyoruz. İlk 3k boyunda asfalt üzerinden, düzlük gidiyoruz.

Orman içi patikaya girmemizle birlikte duruyoruz. Kimsenin birbirini sollaması ve geçmesi mümkün değil. 25 dakika öylece bekliyoruz. Meğer bir ağaç kütüğünün üzerinden atlıyormuşuz, durmamızın sebebi buymuş!

Ormandan çıktığımızda, dar bir patika çıkışında ilk çan sesini ve “allez allez”leri duyuyoruz.

Geniş bir alana çıkıyor ve seyirci ile ilk kez karşılaşıyoruz burada.

Manzara olağanüstü.

Yemyeşilliğin içinden, çiçek kokuları arasından kıvrıla kıvrıla çıkıyoruz. Etrafımızda karlı zirveli dağlar eşliğinde.

Sonra ilk hatırladığım ilk zirve tırmanışımız.

Zirveyi de aşmak öyle kolay olmuyor tabii, güvenlik sebebiyle aşıta girmeden son metrelerde ip ile yapılan bir çıkış bu. İp gibi diziliyoruz 😉 Zirve Pas de l’Aulps. Görevli sırtımızdaki çipleri okutuyor! İnanılmaz bir an! Burada bir görevlinin olması ve çip okutması! Öbür tarafa geçer geçmez, patika birden düzleşiyor, solumuzda Annecy gölü manzarası ile soluklanarak devam ediyoruz.

İlk zirvenin inişinde videolarda hep izlediğimiz kısa buzul geçişleri var. Gayet hızlı inilebiliniyor bu parkur. Fakat sonra orman içinde patika iri taşlık ve yer yer zeminin ıslak olması sebebiyle kayganlaşıyor. Burada kaymayan ayakkabı görmedim. Herkes kaydı!

Kalçamdaki ödemim, sert zemin inişiyle birlikte kendini yokluyor, birden kendimi yere kapaklanmış halde buluyorum! Daha yavaş inip, batonlarımı daha dikkatli kullanmaya karar veriyorum! Çiş molamı burada ormanda yapıyorum.

Su noktası çok sevimli bir köy meydanına portatif kurulan bir su yalağında. La Cote – Montmin burası. Buraya kadar yarım litreden az su içmişim. Tanklarımı dolduruyorum. Bu yarışta ilk kez tuz tabletlerimi çok düzenli alıyorum. Her saat 1 tane. Fakat o da ne saatimin pili hızla azalıyor, 9 saat dayanabilir mi emin değilim! Tuz tableti saatlerim şaşmasın da! Neyse başıma bir aksilik gelir de saatsiz kalırsam, yolda bir formül bulmaya çalışırım! Yola devam!

İkinci su noktası Villard – Dessus’a kadar son derece keyifli devam ediyoruz. Fotoğraf çeke çeke ilerliyorum. Manzaralar inanılmaz. Bazen içimden çığlık atmak geliyor, bazen de Türkçe  konuşmak. Kendi kendimle konuşarak devam ediyorum! Birisi ile paylaşmazsam bu duyguları cidden çatlacağım yoksa!

Menthon’a vardığımızı anlamamak mümkün değil. Gölün hizasında, dev bir şatosu olan bir kasaba. Köyün girişinde bir baba çocuk gelenlere bir tas kiraz tutuyor, vücut dilinden lütfen alın dediğini zannediyorum. 1 tane kirazı atıyorum ağzıma, nefis, teşekkür edip CP’ye giriyorum. CP girişinde başımdan aşağıya su boşaltan gönüllülere nerdeyse öpücük vereceğim, o kadar minnettarım!

CP’ye hedeflediğim gbi  5 saat civarında geldim. Burdan sonra da 15K kalıyor, fakat yaklaşık bir 4 saat kadar daha yolum var demek. İlkinden daha sert ve teknik bir zirve çıkışı bekliyor beni. Meğer sonradan anlıyorum ki, Mont Baron çıkışı hepimizin hayatında önemli bir anı bırakacakmış…

Menthon’da fazla oyalanmak istemiyorum, fakat dinlenmek de istiyorum. Noodle görüyorum, iyi gelebilir diye bir tas alıyorum hemen. Sonra kraker ve Alplerin nefis peynirlerine dalıyorum. Peynir arası kraker yiyorum! Kola mı içsem derken, tıbbı müdahale ekibini görüyorum. Batonu avucumun içinde tuttuğum için, düştüğüm zaman darbe alan avuç içine bandaj yaptırsam fena olmaz diye hemen oraya yönleniyorum. Sonra da çok oyalandım diye medikal işim biter bitmez hemen CP’yi terk ediyorum. Kola içmeyi unuttuğumu çıktıktan sonra hatırlıyorum. Neyse, tuz tabletlerimin bazıları kafeinli idi, artık onlarla idare edeceğiz. Yola çıktıysam, geri dönmek yok!

Menthon’daki şato o kadar efsane ki, hayran hayran izleyerek önce önünden, sonra arkasından geçiyorum. Doya doya izleyelim diye parkur yapılmış sanki. Bu patika üzerinde bazı şık villalar geçiyoruz, bazılarında Michelin yıldızı var. Dayanamayıp, bahçe ve havuzlarını dikizliyorum. Tüm yorgunluğumu unutuyorum.

Mont Baron zirvesi var önümde. Son zorlu çıkış. İlk zirvenin sonrası gibi inişi taşlık ise hızlı inemem diye hayıflanıyorum. Kafamda hesaplar yapıyorum. 9 saatte bitirebileceğime kendimi ikna edip, ne çıkış ne inişi dert etmemeye karar veriyorum. Zira sık orman patikasıyla başlayan parkurda kıvrıla kıvrıla sessiz bir kuyruk olarak çıkıyoruz. Bunu fırsat bilip, bir jel daha açıyorum. Mont Baron tırmanışı şerefine. Zirveye ölmüş bitmiş olarak girmemeliyim. Yeterince sıvı alıyorum. CP’den 1 saat sonra tuz tabletimi de alıyorum. Zirve tırmanışına patikada hazırlanıverdim işte! Sonra birden içime canavar giriyor sanki. Önümdekiler de gittikçe ağırlaşıyor sanki, benim ise içim içime sığmıyor! Önümdekileri sollamaya başlıyorum. Kadınları geçmekten önce çekiniyorum (sanki TR yarışındayım! Halbuki kimsenin umrunda değilim!) fakat boks ringine çıkmış gibiyim! Olabildiğince hızlı çıkmaya çalışacağım. Tepede zaten fotoğraf çekerek oyalanacağım.  O sırada da dinlenmiş olurum, sonrasında da hemen inişe geçerim diye basit bir plan yapıyorum. Kendimi birden o meşhur iri taşlı yolda, basamaklarda buluyorum.  Aşağıda ve karşıda inanılmaz güzel bir manzara var.  Nefesim tutuluyor. Bu noktaya herkes ruhunu teslim etmiş olarak varıyor. İşim kolay olacak. İniş planladığım gibi giderse bundan sonrası ver elini Annecy! Bu noktada 200 kişiyi geçmişim 😉 Tam açıldım tüh yarış bitiyor! 😉

Baron’dan sonrası çok bildik tanıdık bir ortam. Bütün kış antrenman yaptığımız Valide Bendi, Kayıp Orman ve Geyik karışımı bir parkur. Batonlarımın üzerinde uça uça iniyorum!

Son 3K kala görevli diyor ki, bira ve yiyeceğe çok az kaldı. “Allez allez”! Eyvallah! Yaşasınnn  biraa! (Fakat finiş CP’sinde bira yoktu! Ne hayal kırıklığı!)

Artık gölün seviyesine yaklaştıkça seyirci ve alkışlayan sayısı artmaya başlıyor. İnanılmaz bir ortam cidden! Kendimi yıldız gibi hissettiren bu güzel insanlara ben de tek tek teşekkür edip, geri alkışlıyorum!

Sahile geliyorum. O da ne! Son bir tırmanış daha, merdivenlerden üst geçide çıkıp, inip, sahildeki ahşap iskeleli yolda koşmaya başlıyoruz!  Bu noktada saatimin pili son 3K kala bittiği için ne kadar hızlı koşuyorum, ortamda şuurumu kaybediyorum! Alkış koridoru arasından akıp gidiyorum. Veee. İşte Maxi Köyünün tagını görüyorum uzaktan!  Vee… kırmızı halı ve rampa! Bittttttiiiii! 9 saatin altında bitiriyorum!  En çok bittiğine kalçam seviniyor tabii ki de! Kalçamdaki ağrılara da bir alkış!

  1. Halkın ilgisi, gönüllülük

Sevgili Caner Odabaşoğlu. Yıllardır gönüllü de gönüllü diyorsun, yırtınıyorsun. Böyle bir yarışta önemini anlıyorsun! Vay arkadaş ya, bu yarış böyleyse UTMB nasıldır kim bilir?!

Örneklerle gidelim. Pazar sabah 08.00. Daha parkurun başlarındayız, fakat patika üzerinde 1 tanecik ev var. O evin önünde, yaşları 70-80 civarında olan 3 kişi geçen her koşucunun adını söyleyerek Meksika Dansı yapıyor!

Her viraj, patika ayrımında dağın başındayım dediğin noktada karşında en az 1 görevli var. Elinde çanı var. “Allez Allez!” “Bravooo!” Bon Courage!” tezahüratları var.. (Daha başka neler diyor kim bilir!) Destek seyirci olarak yol kenarında alkışlayanlar da olağanüstüydü! Her birimize hiç üşenmeden alkış tuttular.  Şimdi söyleyin bana bu manzaralar karşısında insan ağlamaz da ne yapar?! Finişe gelirken artık son 1 km Annecy Gölü’ne iniyor, düşünün ki ben 1300. olarak giriyorum finişe. Benim önümdeki 1300 kişiyi zaten alkışlamışlar, yetmemiş hala ordalar, beni de alkışlıyorlar! Yahu Pazar günü hava mis, göl kenarındasın, yapacak daha iyi işin mi yok?! Böğürerek ağlamaya başladım gene! Ağladığımı görenler daha çok alkışlamasın mı?! Allah’ım ben öldüm de cennetteyim galiba!!!…

Diyeceğim o ki, sırf bu sebep en a z yılda 1 yurtdışı yarışına gidilmeli. Acayip farklı boyutta bir spor kültürü var. Bünyeye çok iyi geliyor. Bize rüya gibi geliyor, normali bu biliyorum. O alkışlayanların her biri kim bilir ne yarışlar da kendileri koştu, ne destekler gördü. Şimdi bugün de sıra onlarda. Bizde böyle bir manzara epey bir süre olmaz, zira tohumlarını bile atmadık henüz.  Belki bir 100 yıl sonra. Belki.

Buraya mini bir paragraf açalım.

İznik Ultra dışında koşulan seyircili bir yarışımız hala yok. O bile daha yolun başında ama mevcut haliyle bile bize yetiyor, şükrediyoruz! Caner’e bu anlamda kocaman bir teşekkür etmek isterim. Müşküle ahalisini kucaklamak için her yıl İznik Ultra’yı koşarım arkadaş!

bike sema ile

Yarış sonunda Sema’ya sordum. Sema kim derseniz. Annecy’de ikame eden, koşucu listelerinde adımızı görüp, bize ulaşıp misafir etmek için pervane olan biri Sema Uzuner. Sema’ya yarışla ilgili hislerimi aktardım. Cevap olarak dedi ki, Annecy çok alışkın büyük organizasyonlara, bizde her haftasonu zaten bir organizasyon var. Maxi Race de sadece bir tanesi! Vay arkadaş! Yılda 1 kez İstanbul Maratonu için 6 saat yolların kapanmasına tahammül edemeyen bir millet için fazla bunlar!

  1. Hava sıcaklığı, Kullanılan malzemeler, Beslenme, Diğer:

Hava Sıcaklığı: Maxi Race her yıl Mayıs ayında ve aşağı yukarı aynı sıcaklıkta, fakat mutlaka sıcakta (!) koşulan br yarış.. Sıcaklık konusu bu seneye özel bir durum değil yani. Yarış günü sabah 07:30’da 18C, öğlen 27C idi. Uzun mesafeler de 25C’de koşuldu.

Su konusu: Aykut’un uyardığı gibi her akan suyu kullandım. Yanımda her daim 1.5lt su taşıdım.  9 saatlik yarış boyunca toplam 3lt su yanımda taşıdıklarımdan + CP’lerde de en az 1.5 lt su tüketmişim. Toplam 4.5lt su tüketip, sadece 1 kez çiş molası vermişim. Özellikle son 15K’da hiç başka su noktası yok,  1.5lt su taşımak Menthon’dan sonrası için hele çok kritik.

Menthon CP’sı dışında ilk 2 su CP’leri, portatif su yalakları şeklinde. Ayrıca Menthon’dan sonra 2. Zirve için orman yoluna girmeden hemen önce köy içinde bir çeşme var, serinlemek için nefis bir fırsat daha!

Beslenme:  Yanımda taşıdıklarımdan 8 tuz tableti, 2 elektrolit hap, 5 adet GU jel, 1 adet hurmalı bar.

CP’de, noodle çorba, kraker ve peynir. (Kola içmeyi unuttuğumdan listede eksik kaldı..)

Tıbbı Yardım: Menthon CP’de yardım ekibi vardı. 1. Zirveden inerken yere kapaklandım, hazır ekip varken kendimi bi bakıma sokuverdim. 😉

Baton: Baton kullanmayı seviyorum. 4 yıl önce menisküslerimi yırttığımdan beridir onlar benim her zorlu parkurda uzuvlarım oluyor. Ne taşımaya üşeniyorum, ne de kullanmaya. Sadece yokuş yukarı değil, yokuş aşağı inerken  de batonları kullanıyorum. Bu yarışta o kadar çok baton kullandım ki kendimce  yeni kullanma şekilleri keşfettim. Batonları avucumun üzerinden parmaklarımın ucuymuş gibi tuttum, yengeç gibi daha seri olmamı sağladı. 1. Zirve inişinin zemini sert ve ufak taşlı, ayaklarınızın altından taşlar yuvarlanıyor. Burada baton olmasaydı daha sık düşme tehlikesi yaşardım. Yokuş bitmiyor, biz bu kadar sürekli uzun çıkışlara alışık olmadığımız gibi uzun inişlere de alışık değiliz, baton kullanmayanlarda bir süre sonra kramplar ve quadlar iflas ettiği için kenara çekilip durmak zorunda kaldılar. 2. Zirve inişinde ise parkur daha yumuşak zeminde  idi (Belgrad Ormanına benzettiğim parkur), batonları aynı anda saplayıp 2 ayaklarımı da aynı anda yerden keserek uça uça indim ki şahane bir batonla iniş keşfi idi benim için! Bir kullanma şekli de, batonların birini uzun, birini kısa tutmak. Özellikle yokuş yukarı çıkarken daha uzun olanı uçurum kenarı ise o tarafta aşağı uçmamak için kendimi sabitlemek için tutuyorum, kısayı ise yol almak için kullanıyorum. (Benim batonlarımın tutacak yerleri sabit, altta ek tutma yerleri yok.)

Çorap: İlk kez İnjinji ‘nin 5 parmak çoraplarını bu yarışta denedim. Normalde her yarış sonrası parmaklarım su toplar, 5 parmak çorapla ilk kez sıfır blister ile yarış tamamladım.

Ürünün adı: Trail Midweight Mini-Crew (Things4Sport) Hayatımı kurtardığı için minnettarım. http://www.things4sport.com/Urun-Detay.aspx?id=2

Kılık Kıyafet: 12lt çanta, markasız atlet ve diz üstü tayt. Salomon S Lab Wings8 ayakkabı. Bib no sürekli önde görünecek şekilde asılmalı.

Fotoğraf hizmeti:  Parkur üzerinde en panoromik manzaraların önünde, birkaç noktada fotoğrafçılar vardı. Ayrıca finiş noktasında da. Hizmetin bedeli biraz tuzlu. Değer mi , tabii ki değer!  1 adet fotoğraf 12€, hepsini alırsan 35€. Her koşucu için ortalama 10 adet fotoğraf çekilmiş oluyor.

  1. Ekip:

Son olarak, Maxi Race’in Türkiye katılımcılarını listeleyelim.

Maxi Ultra Race – 116K +7360m
Bahadır İşseven
Burak Kılıç
Cem Ayhan
Savaş Lütfi Kara
Sezgin Sarban
Sinem Özmen

Maxi Race – 85K +5140m
Nesrin İşseven

Relay Race – 85K +5140m
(Themiskyra Women)
Başak Canbulat
Fatma Ovacık Sevik

Marathon Race – 42K +2650m
Bike Geçkinli
Ersavaş Güdül

Short Race –15K +910m
Murat Sevik

Tüm sonuçlar için: https://maxirace.livetrail.net/

Bazı Bilgiler…

Annecy’ye Ulaşım:

Ekip 2 farklı rota üzerinden Annecy’ye ulaştı. Cenevre ya da Lyon üzerinden. Cenevre üzerinden 1 saat ile 2 saat arasında otobüs ile sürüyor. (Direkt havaalanından otobüs ile yaklaşık 2 saat ya da Cenevre otogar üzerinden daha kısa fakat toplam ulaşım süresi aktarma ile birlikte nerdeyse aynı.) Lyon üzerinden gelen ekip araba kiraladı. Onlar da yaklaşık 1.5 saatte Annecy’ye ulaştılar. Her 2 yol da kullanılabilir. (Otobüs ücreti tek yön 14€)

Annecy:

Koşu olayı dışında, Annecy turistik olarak da aşırı güzel, masalsı bir yer. Mayıs ayında hem sıcak (Annecy gölü üzerindeki plajlardan göle giriliyor), hem sonsuz yeşilin binbir tonu içinde huzurlu, hem de 13. Yüzyıldan beri yerleşimin olduğu eski şehrinde su kanallarının içindeki evlere bakıp Venedik’e ışınlandığınızı zannetmek mümkün! Bir taşla çok kuş vurmak diye buna denir!

Konaklama:

Sadece koşu için geliyorsanız, şehrin ve plajların ucunda (yaklaşık 2.5-3K uzaklığında) yer alan yarış köyü/fuar alanı etrafında kalmak iyi fikir olabilir. Şehirde kalmayı tercih ederseniz, her gün en az 20.000 adımı atmayı göze almalısınız. Ayrıca uzun yarış koşuyorsanız, gecenin bir yarısı start alanına gel, sonra 24 saat sonra finişe geldiğinizde o halde eve tekrar geri yürü… Bunları göz önüne almalısınız. Ya da Burak Kılıç’ın yaptığı gibi, kiraladığı odanın ev sahibinin bisikletini konaklama boyunca kullandı. O bisiklet resmen hayatını kurtardı! Ha taksi kullanırım derseniz de, biz pek denk gelemedik, pek güvenmeyin derim…

Fiyatlar:

Özellikle TL’nin 1 ay içinde %13 devalüe olduğu zamana denk gelmek de bizim şansımızdı. Herhangi bir şey satın alamadık. Vitrinlere bakıp geri döndük. Özellikle spor malzemeleri TR’de daha uygun fiyatlı bulmak mümkün.

Cenevre havaalanında dudaklarımız uçukladı.

Şehir içi merkezi konaklamaya 2 kişi 100€ verdik. Konaklama dışında günlük yeme masrafımız 2 kişi için yaklaşık 50-75€ civarıydı. Kahvaltı olayını market alışverişi yapmak kaydıyla odada hallettik. Uçak biletlerine 700-750TL ödemiştik.

Palais de I’sle’te Maurier’in pek sevimli atölyesini keşfettik. Magnet alışverişimizi buradan yaptık. Eski şehir içinde film seti gibi dükkanlar var, çikolata, şarküteri dükkanlarına aşık olmamak mümkün değil.

Son Söz:

Avrupa’da koşulacak çok yarış var. Maxi Race benim keyif aldığım, hem içinde bulunduğu şehir Annecy’nin dillere destan güzelliği, hem Alpler’in zorlu patikalarına misafir olduğumuz, daha çok bölgesel bir yarış görünümünde makul bir organizasyon.

Bir süredir mücadele ettiğim kalça ödemi ve bursit problemlerime rağmen elimden geldiğince antrenman yapmaya çalıştım. Elbette antrenman eksikliklerim vardı. Bunları görme fırsatım tekrar oldu. Başarılı olmam için antrenman zeminlerini çeşitlendirmem lazım, net.

Bir daha koşar mısın diye sorarsanız, elbette! Şimdi parkuru keşfetme fırsatım oldu, bir dahaki sefer daha hızlı koşabilirim!

Yazan Run.BO: Bike

*** Parkurdaki fotoğrafları ağırlıklı olarak Bike ve Savaş çekti, diğerleri de kollektif çalışma ürünü, tüm ekibe teşekkür ederiz.

Teşekkür:

Liste biraz uzun.

Öncelikle bize bu fikri veren üstelik ikna eden Cem Ayhan‘a, hocaların hocaları cidden fena çılgın olduklarını bizzat görüp yaşatan Çılgın İşseven’ler Nesrin ve Bahadır  İşseven hocalar, çok değerli dostlar neşe ve enerjileriyle rengarenk bir grup olmamızı sağlayan Sinem Özmen, Fatma ve Murat Sevik, Başak Canbulat‘a, sakin ve hızlı nasıl olunur en güzel örneği Burak Kılıç‘a, veee son olarak özel bir teşekkür Sezgin Sarban‘a. Yarışa 2 hafta kala kapısını çaldığımız ve “koşma” diyeceği bir noktada tersine “git koş” dedi! Sema Uzuner, Annecy’de bize kucak açtı, o da Türkiye’ye geldiğinde biz de ona kucak açacağımız zamanı iple çekiyoruz! (Söz verdi, takipçisi olacağız, Cappadocia Ultra Trail’e koşmaya gelecek!)

Teşekkürler, teşekkürler! İyi ki varsınız!

Run.Bo Sonuçlar:
Bike (42K)           08:57:28               Overall 1336/1776, Category (V1F) 64/123
Ersavaş (42K)     06:55:48               Overall 469/1776, Category (V1H) 122/428
Savaş (116K)       27:15:15               Overall 443/976, Category (V1H) 168/381

Mimmi Kotka – 2018 MaXi-Race 116k Kadinlar 1.si Genel 3.sü

Maxi Marathon Start – Dossard

Maxi Ultra Start – Annecy