TransGranCanaria 2019

20-24 Şubat 2019 – http://www.transgrancanaria.net/en/
Yazan: Cem Ayhan

Run.BO Editör Notu:Cem zoru sever. İmkansız diye bir şey olmadığının kanlı canlı örneğidir. 2019 için peş peşe çok zorlu yarışları kendine hedef olarak koydu. TransGranCanaria ile perdeler açıldı ve biz de kendisini nefesimizi tutarak, hayranlıkla izlemeye devam ediyoruz.

Şimdi klavye ve söz Cem’de.


Una Meta Un Sueno
Bir Hedef, Bir Rüya

Biraz da Hayal Kırıklığı

Sevgili Koşucu dostlar,

2019 yılında koşu takvimim oldukça yoğun ve her biri diğerinden zor olan 3 tane XL (100 Km’den uzun) ultra yarışını koşmayı planlıyorum. Eğer bitirebilirsem Triple Crown takmış olacağım. Bu yarışlar TransGrancanaria, Lavaredo Ultra Trail ve tüm patika yarışların babası UTMB.

” Doktor bu ne demeyin olur mu? ”

İlk olarak 20 – 24 şubat tarihinde düzenlenen 129Km uzunlukta ve 7500m tırmanış ve bir o kadar da iniş içeren, Ultra Trail World Tour yarış takviminin 3. yarışı olan TransGranCanaria yarışını koştum ve çok şükür bitirebildim. Elde var bir ✋✋✋

Haydi başlayalım:

Gran Canaria adası, İspanya’ya bağlı ama Afrika kıtası ile aynı enlemde, Fas’ın neredeyse karşısına denk gelen bir bölgede Atlas Okyanusu’nda, bir volkanik adalar serisinin en büyük olanı. Türkiye’den ulaşım zor, mutlaka Avrupa’dan aktarma yapmak gerekiyor ve toplamda yaklaşık 7,5 saatlik bir uçuşla ulaşılıyor. Her şey yolunda gitse bile evden çıkıp oraya varmanız 14-15 saatlik bir yolculuk ile oluyor. Maalesef İstanbul’da sis nedeniyle uçuşların ertelenmesi yüzünden Türkiye’den bu yarışa katılan diğer koşucu arkadaşlarımın adaya varması neredeyse 24 saati buldu. Ben şanslıydım, uçağım yalnızca 2 saat gecikmeyle İspanya’ya ulaştığından, ikinci uçuşu daha az beklemiş oldum. Yani, ulaşımı iyi planlamak gerekiyor. Bir de zaman farkı 3 saat, yani jet-lag olmuyorsunuz ama sersemlik ve uykusuzluk yaratıyor. Eğer bu yarışa gidecekseniz kendinize dinlenmek ve adaptasyon için 1 gün ayırmanızı öneririm.

Öncelikle yıllardır ultra dünyasında hakkında çokça konuşulduğunu duyduğum, üzerinde sevgili Gediminas Giriminius (Trail Running Factory) tarafından koşu kampları düzenlenen ve ne kadar zor olduğu hakkında pek çok rapor, video vb. bulunan bu meşhur parkur hep koşmayı hedeflediğim bir yarıştı. İster istemez yarışla ilgili bazı beklentiler yıllar içinde oluşmuştu. Beklentiler çok olunca hayal kırıklıkları da o ölçüde fazla oluyor. Benim gibi eğer daha önceden Gran Canaria’yı görmediyseniz ilk hayal kırıklığı size bu adanın kendisi yaşatıyor. Çok sayıda bina ve tatil sitesinden oluşan bir yer, oldukça kurak ve adının taşıdığı ün ile ilgisi olmayacak bir yer. Okyanus kenarındaki 1-2 km’lik kumsalı çıkartırsanız geriye pek bir şey kalmıyor. Kumsalda güzel bir deniz feneri ve etrafında bolca kafeterya, alışveriş merkezi var. Kumsalda ise her biri sanat eseri gibi yapılmış çokça kumdan heykeller mevcut. Ancak yine de Türkiye’den turist olarak gitmeye bence değmez.

Buranın en iyi yönü tam bir spor/rehabilitasyon merkezi olması. Esas olarak askeri üs bulunan ve yaralı askerlerin rehabilitasyonun yapıldığı sağlık tesisleri var. Dolayısıyla herkes ya koşuyor ya bisiklete biniyor ya da ilk kez burada gördüğüm şekilde kendi ağırlık setleri- T-Rex vb malzemelerini alıp açık alanda çimenlik bölgelerde ağırlık ve güç çalışmaları yapıyor. Kendi koçlarıyla antrenman yapan çok sporcu gördüm. Ben de Bahadır Hoca’nın verdiği 45 dakikalık jogu tamamlamak üzere sahilde koşanların arasına katıldım. İlk heyecanla çektiğim fotoğrafları sevgili Bike ve Team Run.BO aracılığıyla Türkiye’de beni takip edenlerle paylaşmış oldum; aynı şekilde yarış sırasında da canlı takip linki paylaşımını yaptığı ve sosyal medya yardımları için Kaptan Bike’ye ayrıca teşekkürler ☺ Beni çok işten kurtarmış oldun.

İkinci hayal kırıklığı yarış parkurunun kendisi oldu. Yarış parkuru 2018 yılında yeni rotasına taşındı, eski rota Agaete isimli, adanın en batı ucundaki kentten başlayıp Meloneras isimli en güneydeki kentte bitiyordu. Yıllarca hikayelerini dinlediğimiz klasik parkur aslında bu. Ancak neden olduğunu kimsenin bilmediği bir şekilde 2018 yılında bu rotayı değiştirdiler ve yarışın start noktasını adanın en kuzeyi olan Las Palmas şehrine aldılar. Bu değişiklik nedeniyle parkurun neredeyse ilk 40 km’si patika da değil, bildiğiniz köy yollarında, asfalt ve/veya beton zeminde ve kurumuş dere yataklarında geçiyor. Aynı zorluk derecesini sağlamak için çok zorlayarak bir parkur oluşturulduğu, yarışa katılan tüm koşucuların ortak düşüncesiydi.

Üçüncü hayal kırıklığı ise finiş takının okyanus kenarında değil de kentin deniz ile ilgisi olmayan bir noktasına yerleştirilmesi. Nereden bu fikre kapıldığımı bilmiyorum, belki de eski finiş videolarından olabilir, bu yarışın deniz kenarında başlayıp, deniz kenarında biteceğini düşünmüştüm; böyle olmayınca ister istemez hayal kırıklığı oldu.

Elbette ki bu yarış ile ilgili iyi yönleri de söylemeden geçemeyeceğim. Öncelikle organizasyonu yapan Arista firması çok profesyonel, koşu dışında bisiklet başta olmak üzere pek çok spor yarışları da organize ediyorlar. Yarışa ait her detay ücretlendirilmiş durumda ve size verilen BIP numaranızın üzerinde işaretlenmiş. Böylece istemediğiniz bir hizmet için para ödemek zorunda kalmıyorsunuz ama öte yandan ödemediğiniz bir hizmeti de fikrinizi değiştirip orada alma imkanı neredeyse yok. Çünkü alacağınız hizmetler BIP üzerinde basılı geliyor. Mesela yarış sonrası yemek ve elbette yarış öncesi makarna partisi de ücretli, yarışın başlangıcı ve bitişi ayrı ayrı şehirlerde olduğundan ikisi arasında ki transfer ayrıca ücretlendiriliyor ve eğer BIP numaranız üzerinde işaretli değilse otobüse almıyorlar. Bu hizmetleri satın almadan önce, kayıt sırasında çok iyi düşünüp bu işleri tamamlamakta fayda var.

269 km’lik en zor ve uzun parkurundan, 17 km’lik aile koşusuna kadar, neredeyse herkes için koşulacak bir parkur oluşturmuşlar. Toplamda 6 adet koşu yarışı var ve bu yarışlara bu yıl yaklaşık 4500 koşucu katıldı. Gerçekten bir koşu festivali gibiydi. Adadaki her firma ve resmi kuruluş bir ucundan, şu veya bu şekilde bu yarışa sponsor olmuş ve yarışı destekliyorlar. Bence bu kadar popüler olmasını bu desteğe borçlu, tam bir pazarlama ve sosyal medya fenomeni oluşturmuşlar. Darısı ülkemizdeki yarışların başına.

Kayıt işlemleri Expo Meloneras isimli fuar alanında oldukça büyük bir binada yapılıyor. Aynı bina içinde kafe, tuvalet, masaj, yarış fuarı, kayıt alanı, konferans salonu vb. tüm faaliyetleri bir araya toplamışlar. Bu işlemler son derece medeni şekilde yapılıyor. Kayıt işlemleri sırasında hiçbir zorunlu malzeme kontrolü yapılmadı ama alışkanlıkla ben start alacakmış gibi tüm malzemelerimle birlikte gelmiştim. Yalnızca kimlik belgenizi gösterip yarış kitinizi alıyorsunuz. Yarış kitinde TGC koşanlar için çok kaliteli bir t-shirt ve bir çift kolluk vardı. Ek olarak Altra firmasının verdiği tozluklar da sürpriz oldu. Bu yarışı zaten tozluklarla koşmaya karar vermiştim ama bu hediye kararımın doğru olduğunu onayladı.

Bu arada uyarmadan geçmeyeyim, burada siesta uygulaması var yani saat 14 ile 16 arasında fuar kapalı… ❤

Yarışın fuar alanı çok keyifli organize edilmiş. Pek çok firmayı bir arada görme şansınız var, hatta eğer ayak numaranızı/ bedeninizi bulacak kadar şanslıysanız çok uygun fiyata Hoka, Altra, Brooks, La Sportiva, WAA gibi ülkemizde zor bulunan markalara ulaşma şansınız var. Fuar alanın hemen yanında elit sporcularla yapılan söyleşiler gün boyu devam ediyor. Ben, Fernanda Maciel ve Altra İspanya takımını izleme şansı buldum.

Gelelim dil konusuna, Her şey ispanyolca ve gerek sunumlarda gerek konferanslarda ingilizce’ye yapılan çeviriler çok kısıtlı. 5 dakikalık bir konuşmayı “parkurla ilgili bilgi verildi” diyerek kısaca özetliyorlar. Bu nedenle elitlerin bir araya geldiği yarış öncesi sunumdan bir süre sonra sıkılarak, bir şey anlamayarak, ayrılmak zorunda kaldım.

Benzer şeyleri yarış sırasında da yaşayacaksınız, basit bir kaç ispanyolca cümle-sözcük öğrenmenizi tavsiye ederim, inanın çok işinize yarayacak, ingilizce her zaman yeterli olmuyor; özellikle CP’lerde.

Konaklama için çok sayıda seçeneğiniz mevcut, her bütçeye göre okyanus manzaralı otellerden benim tercih ettiğim bungalowlara kadar. Öncelikle start hattına mı yoksa finiş hattına mı yerleşeceğinize karar vermeniz gerekiyor. Ben finişe yakın kalmayı, starta shuttle ile gitmeyi tercih ettim. Bir diğer tercihim de kendi mutfağı olan bir yerde kalmak yönünde oldu; eğer ultra koşacaksanız size de tavsiye ederim. İhtiyaç duyduğunuz sade beslenme düzenini başka türlü sağlamak gerçekten zor. Start saat 23:00’da olduğundan transfer 20:45’te planlanmıştı. Ancak o gün bir e-mail ile saatlerin 20:00’a değiştirildiğini bildirdiler. İki şehir arası otobüslerle yaklaşık 45 dk’lık bir yolculuk ile ulaşılıyor.

Bu yarışı beraber koşacağımız Sevgili Özgür Tetik ve Banu Aysolmaz ile Expo Meloneras önünde buluşarak hepimiz için büyük bir macera olacak yarışın start noktasına doğru birlikte yola çıktık. Yaklaşık 21:30 gibi ulaştığımız Las Palmas yüksek binalarla çevrili, plajları ve adanın diğer bölümüne göre daha hareketli bir sahil ve gece yaşantısıyla bizi karşıladı. Banu’nun önerisiyle, çok da akıllıca davranarak en yakın cafe’ye konuşlandık, önümüzde 1,5 saatlik bekleme süresi var. Üşümemek, yorulmamak lazım. Sonrasında yaklaşık 130 km’lik bir parkur ve en azından iki gece bir gündüz devam edecek zorlu bir yarış bizi bekliyor.


Yarışın start alanı da festival havasında, öncelikle yarışın plajda başladığını ve ilk 3 km’sinin kum üzerinde devam ettiğini söylemeliyim. Plajda toplanan kalabalık, Pau Capell’e milli kahraman muamelesi yapıyor, kolay değil adam dünya sıralamasında birinci, bu yarışın geçen yıl ve ondan önceki yılın kazananı, bu yılın da en büyük favorisi ve İspanya şampiyonu. Kalabalık Gran Canaria şarkısını söyleyerek bizi uğurluyor, marş gibi bir şarkı, herkes hep beraber söylüyor.


Himno de #GranCanaria y #Transgrancanaria 😍

O curcuna da Özgür ilk grupta start alacağından vedalaşıp, birbirimize iyi şanslar dileyerek Banu’yla birlikte ikinci start dalgasına katılıyoruz.

Ve yarış başlıyor…

İlk kilometreler kalabalıkla 500m kum sonra sahilde ki lokantaların önünden koşarak, sonra yeniden sahile inip yeniden yola çıkarak devam ediyor. İnanılmaz hızlı başlayan bir ultra, görece olarak ilk 17 km’de tırmanış az olduğundan hızlı koşanlar avantaj yakalama peşinde oldukça tempolu çıkıyorlar; ben onlara uymayıp, 30 dakika sonra kendi tempoma geri dönüyorum. İtalyanların dediği gibi “Chi Va Piano Va Lontano” yani, yavaş giden uzun gider! Banu ile birbirimize başarılar dileyip birlikte başlıyoruz, ancak ilk 3 K içinde özellikle yavaşlayarak Banu’nun beni beklemeden kendi temposunda uzaklaşmasını bekliyorum. Ultra’da hepimiz yalnızız, hepimiz ayrı tempolarda, hepimiz kendi yarışımızı koşuyoruz. Ben ekibin en yavaşı olarak arkadan gelip, önümdeki arkadaşlarımı yarış boyunca görmemeyi dileyerek kendi tempomda devam edeceğim. Benim onlara yetişmem demek onların bazı sorunlar yaşadığının göstergesi olacak çünkü.

Sahilden dağlara uzanan yollara tırmanmaya başlıyoruz, tatlı sert bir eğim var ve zemin asfalt. Bu zeminden önümüzdeki 30 km boyunca kurtulamıyoruz. Sürekli yolları kesen bir parkur, tam patikaya çıktık diyorsun yine yola çıkıyor. Patikada ilerlerken bizim bildiğimiz kurumuş dere yatakları içinde koşturuyor ve elbette binbir kokuyla beraber yani ilk 3-4 saat oldukça sevimsiz geçiyor. Bu arada tüm yol geçişlerinde elinde ışıldak olan görevliler trafiği keserek bize yol veriyorlar. Geçişlerin kontrollü ve güvenli olmasını sağlıyorlar. Bu konuda gerçekten titizler.

İşaretlemeler oldukça yeterliydi neredeyse hiç sorun yaşamadım ta ki 117 km’ye kadar. Gece özelikle dönüşlerin olduğu yerlere yanıp sönen kırmızı ışıklar takmışlar karanlıkta kolayca yolunuzu buluyorsunuz. Bu titizlik ikinci gece de devam ediyor, ışıldaklar çalışıyordu. Diğer ultralardan farklı olarak bu yarışta çantanıza kırmızı ışık-ışıldak takmanız zorunlu, herkesin çantasında gece boyunca çakan kırmızı ışıklar çok hoş bir görüntü oluşturuyor. İşaretleme ile ilgili sorun yaşadığım tek yer 117km den sonra yaklaşık 2 km’lik bir bölümde işaretlerin olmamasıydı, hiç bir işaret yoktu. Muhtemelen rüzgardan kopup gitmişlerdi. İspanyol bir koşucu bana buranın doğru yol olduğunu söyledi ve birlikte devam ettik ama çok sevimsiz bir durumdu.

İlk CP olan Arcuas’a 2 saat 14 dakikada ulaştım, cut-off un 1 saat 15 dakika önündeyim ve 39. km de ki Fontanella CP’sine kadar neredeyse hiç durmadan devam ettim. Orada beni üzücü bir sürpriz bekliyordu. Sevgili koşucu arkadaşım Özgür Tetik’in bu noktada yaşadığı elektrolit dengesizliği ve yoğun kramplar nedeniyle yarıştan çekilmek zorunda kaldığını öğrendim. Zaten yarışa gelmeden önce yaşadığı hastalık nedeniyle aldığı serumlarla, ilaçlarla gelmişti. Ona benimle birlikte devam etmesini önerdiysem de bence haklı olarak çekilme kararını verdi, sağlığımız daha önemli. Maalesef onun bıraktığı noktadan start hattına geriye transferinin 10 saat sürdüğünü sonradan şaşkınlıkla öğrendim. Organizasyonun en zayıf noktası bu oldu, vücudu tükenmiş insanları o noktada sandalyede saatlerce bekletmek akıl işi değil. Geçmiş olsun Özgür.

Bu durum parkurun ne kadar kırıcı olduğunu, yaptığımız işin şakası olmadığını yeniden hatırlattı ve eğer bitirmek istiyorsam beni tempomu korumak konusunda uyardı. Bu noktadan sonra ilk büyük CP olan Artenara’ya kadar yaklaşık 23 km mesafe ve bir dolu tırmanış var. Parkurun en çok hayal kırıklığı yaratan noktalarından birisi çok kuru olması, etrafta hiç çeşme yok, su yok, dere yok, koşarken yüzünüzü yıkamanız için kendi içme suyunuzu kullanmanız gerekiyor, hava ısındıkça bu durum çok zorlayıcı oldu. Yeri gelmişken havanın çok iyi olduğunu söylemem lazım, öğlen saatlerindeki sıcaklık dışında ısı makul seviyelerdeydi. Ancak adanın çok rüzgarlı olduğunu unutmamak lazım, kısa süreli duraklamalarda bile hemen üşümeye başlıyorsunuz.

Bu noktadan sonraki yaklaşık 50 km’lik bölüm adanın tam ortasındaki doğa parkında, tamamı patikalarda geçiyor ve gerçekten güzel, koşmaya ve görmeye değen bölüm burasıydı. Zaten yarış fotoğrafların büyük bölümü burada çekildi.

Yarışın drop-bag noktası 86. km de, doğru duydunuz ta 86. kilometreye kadar desteksiz ulaşmanız gerekiyor. Yeri gelmişken drop-bag konusuna değineyim. Bu yarışta ilki 86. km de ikincisi 129.km de yani finişte olmak üzere 2 ayrı drop-bag kullanmanız mümkün. İkinci drop-bag’i start hattına yakın konaklayan koşucular tercih ettiler çünkü geriye dönmeleri çok zaman alacağı için muhtemelen pek çok malzemeye finiş sırasında ihtiyaç duyacaklardı. Bir eleştiri de drop-bag’in büyüklüğüne olacak, ara istasyona bırakılacak çanta hacim olarak bana küçük geldi, içine yedek ayakkabıyı koyduğunuzda yer kalmıyor.

Hava sıcaklığı ve terleme nedeniyle giysilerim berbat durumda, parkurun sert ve aşırı taşlı, kayalık zemini ayakkabıları parçalıyor. Bu yarışı mutlaka kalın tabanlı- yüksek yastıklamalı bir ayakkabı ile koşun, standart tabanlar hem sıcak hem de sert kayalara dayanamıyor, dolayısıyla yarışın 65. kilometresine geldiğimde ayak tabanımda acımayan tek bir nokta bile kalmamıştı. Bir an önce drop-bag e ulaşıp orada üstümü değiştirmek ve ayakkabıları değiştirmek için can atıyorum. Her ultra gibi bunu da Salomon S-Lab wings soft ground ile koşmaya başladım ama 86.km de New Balance’ın patika modeli olan yüksek yastıklamalı foam hierro modeline geçerek nispeten rahat ettim. Parkurda hiç çamur yok, inanılmaz kuru. Bu tip zeminlere alışkın olanlar için iyi ama Alpinist yarışları sevenler için tam bir kabus gibi.

Yarış içinde birkaç kez moralimin bozulduğu anlar oldu, ultralarda bu anlar normal olarak yaşanıyor. Kimisi yorgunluk, kimisi elektrolit kaybı-dengesizliği ile ilgili. Bunlarla fizyolojik ve daha da önemlisi mental olarak başa çıkabilirseniz, yarışı tamamlayabiliyorsunuz, farkı yaratan bu anlarda nasıl davrandığınız oluyor.

Ben ilk çöküntüyü yarışın 65km’si sırasında yaşadım, her yerim ağrımaya başladı, hava sıcaklığı arttı, yaptığım iş keyif vermekten çok eziyet haline gelmeye başladı. Bu anlarda her zaman yanımda olan sevgili Bahadır İşseven Hocaya telefon ile ulaşarak, içimdekileri bir güzel döktüm; ne parkur kaldı ne ada kaldı ne de zemin. Sağ olsun kibar adam halden anlıyor 🙂 Özgür’ün bırakmasının beni mental olarak ne kadar olumsuz etkilediğini de ilk kez orada fark ettim. Neyse alınan bir ağrı kesici ve jel ile yarım saatte kendime gelerek yeniden koşmaya başladım.

Planım yalnızca drop-bag noktasına ulaşmaktı, sonrasında yarış hep yokuş aşağıydı. Tüm ultralarda böyle bir yanılsama olur ya, yarış grafiğine bakarsın ve kafanda belli noktadan sonrasını hep iniş diye rahat parkur olarak planlarsın ya işte burası öyle değil. O inişler o kadar teknik ki 3-4 metre aralıklı S şeklinde dönüşler koşmayı imkansız hale getiriyor, tek yönde 5-10 adım koşamıyorsun. zemin üzerine bolca taş dökülmüş gibi, yani zemin hareketli. İnsanda ne quad kalıyor ne de diz. Tüm koşucular düşe kalka ilerlemeye çalışıyor. Böylece neden drop-bag’in 86.km de olduğunu anlıyorum, bu noktadan finişe kadar olan 43 km’lik kısmı geçmek neredeyse ilk 86 km kadar zaman alıyor.

Roque Nublo


Drop-Bag noktasında makarna yemek ve dinlenip kendime gelmek için duruyorum. Üstümü, ayakkabımı değiştiriyorum, saatimi şarj ediyorum, jelleri yeniliyorum. Ama bu bekleme beni olumsuz etkiliyor, üşümeye başlıyorum. Daha fazla vakit geçirmeden ayrılıyorum ama yarım saat kaybettiğim bu noktadan sonra toparlanmam 1 saat kadar sürdü. Bir sonraki CP’ye olan mesafe 14 km kadar ama bitmek bilmiyor, teknik olarak zorlayıcı oldu. Hava kararmaya başladı artık 2. gece başlıyor, önümde neredeyse 40 km mesafe var. En çok korktuğumuz kısmı da neredeyse herkes tarafından bir efsane olarak anlatılan son 15km deki dere yatağı geçişi. İnişlerde yine de diğer koşuculara göre daha rahat inerken, diğer koşucular gibi ben de 100-110km arasında arka arkaya 2 kez düştüm. Aslında ilk düşüşten kurtulmak için yaptığım manevra ikinci düşüşe yol açtı. Elimde küçük bir sıyrıkla birlikte sağ diz kapağımı yere vurarak ucuz atlatmış oldum. Bu nokta yarışta moral olarak çöktüğüm ikinci an oldu, ister istemez yavaşladım ve kontrollü ilerlemeye başladım. Böylece ulaştığım 110 km CP sinde bir Paela partisi beni karşıladı. Kocaman kazanlarda iki ayrı çeşit Paela hazırlamışlardı. Orada ki gönüllüler o kadar enerjikler ki sizi müthiş motive ediyorlar. Tabağıma tepeleme Paela dolduruyorlar ama benim midemin hepsini alması mümkün değil, fazla olduğunu bir kısmını geri almasını söylediğim hanım bana “yersin yersin” diyerek doldurmaya devam ediyordu ki “Mamma Espanola” diyerek, karşılıklı bolca gülerek durumu çözdük.

Bu noktadan sonra cut off sıkıntısı başladı, önümde 18 km ve 5 saatlik zaman var ama zemin o kadar kötü ki biter mi emin değilim. Gecenin karanlığında yine birkaç km’lik tırmanış ve bahsettiğim işaretsiz patikalarda koşmaya başlıyorum. Nihayet dağın arka tarafına indiğimizde bizi bir kurumuş nehir yatağına soktular ama bildiğiniz gibi değil taş üstünde taş şeklinde, ayağınızı basacağınız düz bir yer yok. Bir anlık dikkatsizlik düşmek veya sakatlığı beraberinde getirecek, ek olarak ikinci gecenin içinde uykusuzluk etkisinde burayı geçmeniz gerekiyor. Türkiye’de saat kaç acaba diye düşünüyorum, bu saatte kimi arasam, nasıl uyanık kalsam diye düşünüyorum. Bırakmayı düşünmedim desem yalan olur, ama bırakmak için geriye koşmam lazım ki daha da zor bir durum. Sürekli Sevgili Tolga Güler ve Güven Güçlütürk ile çok zorlanarak bitirdiğim Cappadocia Ultra’nın son anları aklımda. Benzer bir durumdayım ama burada yalnızım, aklımda Tolga’nın sözleri ” O finiş geçilecek, O yelek giyilecek Abi”. Kimseyi uyandırmaya kıyamıyorum, kafamda sürekli uyanık kalmak için birileriyle sohbet ediyorum, kendi kendime konuşuyorum. Burası böyleyse UTMB’de ikinci gece ne yapacağım korkusu sarıyor beni.

Meloneros’a giriş

Sabit bir tempoda sürekli ilerleyebiliyorum, arada yetişip geçenler oluyor ama kimseye takılmıyorum. Yalnızca tempomu korumaya çalışıyorum, en çok zorlandığım bölüm burası oluyor, tam bir mental savaş. Nihayet Meloneras’ın ışıkları uzaktan parlamaya başladığında bu yarışın biteceğini biliyorum. Ancak her ultranın sonunda olduğu gibi eziyet bitmiyor, kasaba içinde de dere yatağına indirip, köprülerin altından geçirip sonrasında yola çıkarıyor, sonra yeniden dere içine indiriyor, oldukça sevimsiz, absürt bir süreç. Nihayet finişten 3.6 km uzaklıktaki CP’ye ulaştım, artık yarışın bittiğini düşünüyorum ve orada elime tutuşturdukları soğuk birayı büyük keyifle içiyorum. Ben yaptım siz yapmayın diye söylüyorum, içim üşüdü, dondum resmen ve o noktadan sonraki 3 km’yi 45 dakika da ancak geçebildim. Demek ki yarış bitmeden bira içilmeyecekmiş 💣💣💣

Benim için gerek sezonun ilk yarışı olması, gerekse İstanbul’daki soğuk hava nedeniyle zor hazırlanabildiğim TGC yarışını 28 saat 54 dakikalık bir mücadele ile Pazar sabahı saat 03 52 de genelde 447, yaş gurubumda ise 59. sırada bitirebildim.


Aslında hedefim yarışı 25 saatte bitirmekti, tüm hesaplarımı buna göre yapmıştım ama gücüm, enerjim yetmedi ve bazı ufak hatalar ile zaman kaybettim. Yaptığım temel hesap hatası inişleri koşabileceğimi zannetmek oldu. Bu kadar teknik ve zor bir zemin beklemiyordum. Yine de en iyi hazırlandığım yarışlardan birisi oldu ve de en çok ve uzun süre kapalı mekanda hazırlandığım yarış oldu, malum soğuk hava ve iş yoğunluğu nedeniyle patika da çok fazla antrenman yapamadım, artık önümüzdeki yarışlara bakacağız.

Güzel bir finisher yeleği hediye ettiler. Finişe ulaştıktan sonra çantada ne varsa giyerek vücut ısımı korumaya çalıştım. Hızlı bir şekilde drop-bag’imi teslim alarak kaldığım bungalow’a bir taksi ile geri döndüm. Yarışı bitirdiğimi eşim ve Bahadır hocaya bildiren birer mesaj atarak dinlenmeye çekildim.

Finisher Yeleği

5 saatlik uykudan sonra, keyifli bir kahvaltı ile adadaki son güne başladım. Recovery için havuzda yüzdüm ve bol bol yürüdüm. Akşam yemeğinde buluşmak üzere Özgür Hoca ile yazıştığımda Sevgili Banu’nun yarışı 23 saatin altında müthiş koştuğunu öğrendim, ama bitirince o da sıvı-elektrolit kaybına bağlı sıkıntılar yaşamış ve serum ile toparlamış. Neyse ki hepimiz iyiyiz, sakatlık yok. Hiç maraton koşan birisini gördünüz mi bilmiyorum ama yürüyüşünden, daha doğrusu yürüyemeyişinden hemen tanırsınız, çünkü dizlerin kıvrılması, çökmek vb. hareketleri yapmak inanılmaz zordur, kazık gibi yürürler. Yemek sırasında Özgür Hoca, bana air squat yaptırarak hasar olmadığını bizzat kontrol etti😆😆😆.

Bu güne kadar koştuklarım içinde en rahat ve en hasarsız bitirdiğim ultra oldu, blister sorunu bu zemine rağmen olmadı. Mesafe 130km’yi buldu, toplam tırmanış ise 7000’lerde kaldı, yarış grafiğinde dediği gibi 7500 olmadı. Pazar sabahı yarışı bitirdim, Pazartesi günü Türkiye’ye döndüm ve Salı günü ameliyat yapabildim, yani normal çalışma hayatıma geri döndüm. Benim için esas önemli olan buydu, sağlıkla bitirebilmek. Bu başarının arkasındaki en önemli etken elbette doğru antrenman ile hazırlanmak.

Teşekkürler Training zone, Teşekkürler Bahadır İşseven 👊👊👊

Bu yarışı bir daha koşmak isteyeceğimi sanmıyorum. Birkaç dezavantajı var öncelikle çok uzak, ulaşması zor. Parkur sıkıcı ve sevimsiz, bizdeki yarışların hepsi bu yarıştan çok daha güzel parkurlarda koşuluyor. Eğer Trans 360 yarışını koşmak isterseniz yani 269 km’lik bir yarış koşmak isterseniz, mantıklı olabilir. Sonuçta TOR‘a göre daha kısa, hava sıcaklığı daha stabil ve adanın tamamındaki doğa parkları içinde koşulduğu için daha keyifli bir rotası var.

Şimdi dinlenme zamanı 🙂

Organizasyon, yarışı bırakan koşucuların transferi dışında, genel olarak sorunsuz. Bu büyüklükteki bir yarış için CP’ler çok iyi ve yeterliydi. CP’lerde 2 ana istasyonda makarna, bir istasyonda Paela, tamamında su, izotonik sıvı, gazlı su, kola, çerez (kuru üzüm, hurma, ceviz vb), bisküvi tuz alabilmek için domates ve salatalık söğüş, portakal dilimleri, avokado, muz, bazılarında haşlanmış patates, çay ve kahve vardı. Hiçbir CP’de biten bir yiyecek veya içecek olmadı. Gönüllüler çok yardımcıydı. İspanyolca bilmek kesinlikle önemli ama İngilizce ile biraz da vücut diliyle anlaşmak mümkün. Halk desteği kötü değil, adada nüfus az olduğu için her noktada destek yok ama olan noktalarda oldukça eğlenceliler “Vamos Vamos ” diyerek sizi koşmanız için cesaretlendiriyorlar. Hatta zorlu bir tırmanış öncesinde geceleyin parkura bando bile getirmişlerdi.

İlla UTWT listesindeki yarışları koşacağım demezseniz bu yarışa Türkiye’den gitmeye gerek yok. Belki daha kısa olan veya daha uzun parkurunu koşabilirsiniz. Bana kalırsa bu yarışa gelmek için harcayacağınız zaman ve para ile çok daha keyifli yarışlara katılabilirsiniz ; geçen yıl koştuğum Maxi-Race veya Ultra Tour Monterosa yarışlarından birisini tercih edebilirsiniz.

Bir sonraki yarışta görüşmek üzere, ayağınız yere düz bassın.


Son olarak;
Teşekkürler Cem, duyduk ki bundan sonrası için Bahadır hocanın sana bolca sürprizli antrenman programı varmış. Artık bu kıtalara sığdıramıyoruz seni, 2020’de artık ABD yarışlarında da görmeyi arzuluyoruz. Bu ultralar koşmakla, tırmanmakla tükenmez… Ayağına ve nefesine kuvvet!