UTMR Koşu Kampı ve Monte Rosa 100K Ultra 3 Passes – 2018 Yarış Raporu

Bir Efsanenin Ayak İzinde
(Lizzy Hawker)
Yazan: Cem AYHAN

Ultra Tour Monte Rosa (UTMR) Koşu Kampı ve Monte Rosa 100K Ultra 3 Passes – 2018 Yarış Raporu

UTMR, İsviçre’de Grächen isimli küçük bir köyden başlayan ve Monte Rosa dağ masifinin (4654m, Penine Alplerin uzantısı) etrafında tam tur dolaşan, sizi 3300m irtifaya kadar çıkaran ve yaklaşık olarak yarısı İtalya sınırları içinde koşulan 170K uzunluğunda muhteşem bir parkur.

Bu parkur, kendi ifadesiyle Lizzy Hawker’in “dağlara aşık olduğu yer” ve efsane yarış UTMB’ye hazırlandığı parkur. Yani muhteşem bir doğa!

Tanımayanlar için Lizzy Hawker’dan, daha doğrusu koşu hayatının enlerinden, birkaç cümle ile bahsetmek istiyorum. Merak edenler için Lizzy Hawker’in çok güzel bir kitabı var: Runner. A short Story About A long Run. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.

Lizzy, dünya kadınlar 24 saat pist koşu rekorunun sahibi, tam 247K koşmuş.

Patika yarışlarının en bilineni olan UTMB’ye (170 km +10000m) 5 kez katılmış ve her katıldığında birinci olmuş.

Nepal’de Everest ana kamptan başlayan ve Katmandu’da biten 320 km’lik parkurda, bilinen en hızlı zamanı (FKT) yaparak koşmuş; inanılmaz ama bu işi 63 saatte başarmış. Bu parkurun yükseklik kazanımı +10000m iken iniş tam -14000m. Üstelik koşu 5400m irtifadan başlıyor, yani önce o irtifaya kadar tırmanıp sonra koşmaya başlıyorsunuz; 1300m irtifada ki Katmandu’da bitiyor. Ve bu işi dışarıdan destek, oksijen vb olmadan yapmış. Meşhur Atina’dan Sparta’ya kadar uzanan 246K’lik efsane Sparthatlon Ultra Yarışında ise 27 saat 2 dakika ile kadınların bilinen iyi zamanını (FKT) yaparak parkur rekorunu kırmış.

UTMR, Lizzy Hawker tarafından organize edilen, ticari olmaktan çok, koşucudan koşucuya mantığıyla ve son derece ciddi organize edilen bir yarış. Toplam katılan koşucu sayısı sınırlanıyor, çünkü parkur, dağda ulaşımın olmadığı pek çok noktadan geçtiği için sunulan lojistik destek belli sayıdaki koşucuya yardıma izin veriyor. Sanıyorum katılan toplam koşucu sayısı 700’den az. Yarış İsviçre ve İtalya’da koşulmasına rağmen düzenleyen Kora Explore isimli bir İngiliz firması ve yarışın tüm aşamalarında İngiliz titizliğini görmek mümkün.

Bu yarış, iniş ve düz alanları mutlaka koşarak geçmenizi gerektirecek kadar sıkı cut-off zamanlarına sahip, yani yürüyerek bitirmenize izin verilmiyor. Ayrıca tüm yarışlar için ayrı ayrı olmak üzere, koşucular start aldıktan sonra bir sweeper -süpürücü ekip, koşucuları yürüyerek arkalarından takip ediyor. Böylece olası bir sakatlık durumunda size arkadan destek geleceğini biliyorsunuz ve geçen yıl benim durumumda olduğu gibi yavaş ilerlerseniz size yetişiyorlar. Böylece sizin sağlıklı bir şekilde bir sonraki CP’ye ulaşmanıza yardım ediyorlar veya ulaştığınızdan emin oluyorlar.

Yıllardır takip ettiğim bir yarış olan UTMR’nin 100K yarışına geçen yıl sevgili Aylin Savacı Armador ile katılma fırsatını bulduk. Maalesef Aladağlar Skytrail’de yaşadığım diz sakatlığı nedeniyle ya start alamayacağım (Did Not Start, DNS ) ya da gidebildiğim kadar gidip, yapamadığım noktada duracağım (Did Not Finish, DNF) bir yarış olacaktı. Başlamamayı kendime yakıştıramadım ama istemeden de olsa 55K’da cut-off’a takılarak bitiremediğim bir yarış oldu, elimden geleni yaptım ama yeterince hızlı gidemedim.

Bu çok teknik ve zor parkurda 3 tane ayrı yarış düzenleniyor.

100K 3 Pass en kısa olanı; yarışın cut-off süresi 28 saat ve 6400m’den fazla tırmanış içeriyor. Bir 100K yarışı için 28 saat çok uzun ve yeterli gelebilir ancak inanın öyle değil, yaşayarak öğrendik.

UTMR’de ise 170K ‘lık parkurda 12 000m toplam ascent ve descent var. Bu parkuru tek etap olarak non-stop koşmak isteyenler için cut-off 60 saat. Biliyorsunuz UTMB’nin cut-off süresi 46 saat. Aradaki fark bu parkurun ne kadar zor olduğu konusunda ciddi uyarıcı. Kabaca UTMB bitirme sürenize 10 saat ekleyerek bu yarış için beklenen finish zamanınızı hesaplayabilirsiniz. Bu parkuru 4 etapta / günde koşmayı tercih ederseniz 48 saatlik cut-off zamanı mevcut.

Yarışın başvurusu ve kayıt işlemleri de diğer yarışlara benzemiyor hem de hiç.

Şöyle ki: Başvuru sayfasında daha önceden koştuğunuz yarışları ve dağlarda geçirdiğiniz tecrübelerinizi yazmanızı istiyorlar, bir çeşit koşu özgeçmişi hazırlıyorsunuz sonrasında size hangi yarışa katılabileceğinizi onlar söylüyor.

Benim beklentim elbette 100K 3 Pass yarışına kabul edilmekti ama Sevgili Aylin, içten içe 170km’lik büyük yarışa kabul edilmeyi bekliyordu ve haklıydı da. Çok sayıda yarışı hem de çok iyi zamanlarda bitirmişti, üstelik bir kaç kez 250 K’lık Likya Yolu Ultra yarışını koşmuştu, Grossglockner Ultra’yı bitirmişti. Kapadokya Ultra’yı her yıl düzenli olarak koşmuş ve çok iyi zamanlarda bitirmişti. Referans olması için yazmak istiyorum, Aylin, Eiger Ultra’yı 100k/ 7000m tırmanış içeren parkuru 20 saat altında bitirdi, 122K’lık 6000m’lik tırmanış içeren Lavaredo Ultra’yı 22 saat altında bitirdi. Ancak bunlara rağmen onu da 100K parkuruna kayıt yaptılar.

Şaka gibi ama UTMR 170K etabına kayıt olabilmeniz için önceden UTMB, Tor Des Geants veya Hardrock 100 yarışını bitirmiş olmak gerekiyor. Kesinlikle çok tecrübeli koşucuların gelmesi gereken zorlukta bir yarış.

Koşu kampı ise bu parkurun 4 etapta koşulduğu halini birebir size yaşatıyor. 170 K’lik parkurun tamamını 4 günde koşarak geçiyorsunuz. Yenilen pehlivan güreşe doymazmış diyerek ben de biteremediğim yarışın yapıldığı parkurdaki koşu kampına katılmayı ve parkuru gündüz gözüyle koşmayı istedim ama önce geçen seneki 100K 3 passes yarışını kısaca anlatmak istiyorum.

Ultra 3 Passes – 100K +6420m

Yarış İtalya’nın Gressoney kasabasından başlayıp 100K içinde 3 tane 3000 m lik irtifadaki geçitlerden geçerek Grächen’de sonlanacak. Gressoney oldukça küçük bir kasaba-köy olması nedeniyle kalacak yerler sınırlı. Mevcut otellerin çoğu organizasyon tarafından “stage race” için rezerve edildiğinden biz yaklaşık 5 km uzaktaki küçük bir köyde kaldık. Sabah kahvaltı sonrasında start için hazırlanıp, Gressoney’e geldik. Burada yarış kitimizi alıp, bavulumuzu organizasyona teslim edeceğiz. Bavulumuz biz olmadan sınırı geçeği için pasaportumuzun bir kopyası bavulumuzda duruyor ve organizasyonda da bir kopyası var. Böylece gümrükte sorun yaşanması durumunda hangi çanta kimin, hangi vizeyle geldiniz gibi bilgiler takip ediliyor, saklanıyor. Alternatif olarak bu yarışa isterseniz Grächen’de kalıp, servis ile start hattına gelerek de katılabilirsiniz. Bu tercihinizi kayıt sırasında yapmanız gerekli.

Bizim tercihimiz Gressoney’de kalmak yönünde oldu ve çok da mutlu olduk. Etraf yemyeşil, vadinin ortasında, dere kenarında harika bir köy, etrafı yüksek dağlar ile çevrili, irtifa 3000m’ye kadar çıkıyor. Tor des Geants’da buradan geçiyor yani TOR’un parkuru ile ortak kısımları var, çok etkileyici bir yer. Nefis bir İtalyan yemeği ile akşam kendimizi ödüllendirdik. Sabah kahvaltı sonrasında Aylin ile birlikte yarışın başlangıç noktası olan Gressoney’e giderek hem yarış kitimizi aldık, hem de zorunlu malzeme kontrolünden geçtik. Bugüne kadar geçirdiğimiz en sıkı kontrol oldu. Zorunlu malzeme listesindeki tüm maddeleri yere numaraları ile yazmışlar; siz kendi malzemenizi ilgili yere koyuyorsunuz, bırakıyorsunuz ve böylece herkesin malzemelerinin tamamı kontrol ediliyor. Farklı olarak bu yarışta zorunlu malzeme listesinde acil durum battaniyesi yok, onun yerine bivac torbası taşımak zorunlu. Eğer sizde yoksa organizasyondan satın almanız mümkün; bu tercihinizi de kayıt esnasında yapıyorsunuz. Kitinizi teslim alırken bivak torbanız size veriliyor. Kit dağıtımı sırasında size çok kaliteli bir tshirt ve teknik çorap veriyorlar. Kısa ve sorunsuz geçen kayıt sonrası start anını beklemeye başladık; normalde yarış 13 00 da başlayacaktı. Terslik olacak ya Grächen’den katılan koşucuları starta taşıyan araçlardan birisi arızalanınca yaklaşık 2 -3 saat onları beklemek zorunda kaldık ve böylece yarışın startı doğal olarak gecikti. Bu bekleme dönemi sevimsiz oldu, çünkü hafif bir yağmur yağdı ve dışarıda beklerken ıslandık. Start hattında bulabildiğimiz banklarda 2-3 saat beklemek zorunda kaldık. İnsanın konsantrasyonunu bozan bir durum, baş edebilmek lazımmış. Bu beklemenin ön göremediğimiz olumsuz bir etkisi daha oldu, hava erken karardı, özellikle zirvede bizi çok yavaşlatan bir faktör oldu.

Yarışın başlangıcında, eğim grafiğinde göreceğiniz üzere çok uzun bir tırmanış ve bu tırmanış ile ulaştığınız 3000m yükseklikte bir kayak kulübesi içine yerleştirilmiş ilk küçük CP (Gabiet) ya da su istasyonu vardı. Yüksek irtifa özellikle 2500m den sonra beni çok etkiliyor ve yavaşlatıyor çünkü nefes almakta zorlanıyorum; malum deniz kenarından kalkıp gidince ister istemez irtifanın olumsuz etkileri ile yüzleşmek zorunda kalıyorsunuz. Bunun yanında alışkın olmadığımız 3-4 saatlik, çok uzun bitmek bilmeyen çıkışta tüm enerji depoları tüketiyor. Ulaştığım CP’de görevliler bana hiç vakit kaybetmeden koşmamı çünkü cut-off’a çok yaklaştığımı söyleyince gerçekten şaşırdım. Daha durun dedim, yarış yeni başladı henüz 15Km’de insan nasıl cut-off a takılır? Ama gerçek böyle kabullenmekten başka çözüm yok. Aslında bu aşamadan sonrası koşmaktan çok koşturmaca halini aldı.

Benim için zaman ile yarış, 15K’de başlamış oldu, hiç dinlenemeden CP’den ayrılıp olanca gücümle 30K’daki Alagna CP’sine doğru ilerlemeye başladım. Aylin’i uzun çıkış sırasında uzaktan görmekteydim ancak bu iniş sırasında hiç göremedim, sonradan öğrendiğime göre yaklaşık 15 dakika önümden gidiyormuş. İniş çok taşlı ve bitmek bilmeyen kısa ve uzun aralıklı keskin dönüşlerden oluşan single track bir patika. Hızlı koşmak gerçekten zor, gerçi dizim yavaş koşmaya dahi izin vermiyordu. Çoğu yeri tempolu yürüyüşle geçerek Alagna’ya kadar olan 15K’yı olabildiğince hızlı inmeye çalıştım.

Alagna CP’sine girmemle dışarıya atılmam bir oldu. Bu yıl koşu kampında tanıştığım Sevgili Graham …, o CP’nin sorumlusuydu ve kapıdan bir kaç koşucuyla birlikte girdiğimizde “3 dk içinde kapıları kapatacağını eğer devam etmek istiyorsak dışarıya çıkmamızı” söyledi. Hava karardığından, bu koşucularla birlikte devam etme kararı vererek son bir gayretle yeniden koşmaya başladık.

Önümüzde Macugnaga’ya kadar geçmemiz gereken 25K var. Parkurun bu bölümünde çok uzun bir tırmanış ve çok uzun bir iniş bizi bekliyor. Bizim için kabus bu çıkışta başladı çünkü arkamızdan gelen sweeper-süpürücülere yakalandık. İnanılmaz sinir bozucu bir durum; biliyorsunuz ki Parkur’da artık arkanızda kalan herkes yarışı bıraktı. Dolayısıyla siz parkurdaki koşucuların en arkasındasınız, en sona kalmamak için çaba sarf ediyorum. Birlikte koştuğumuz guruptan bir kaç kişiyi geçiyorum ve kendimi en sonda olmadığım için tebrik ediyorum. Ancak bir süre sonra o koşucuların bazıları bana yetişip geçiyorlar ve yine sona kalıyorum. Bu döngü defalarca tekrarlandı. Benim esas güvendiğim iniş sırasında bu guruptan koşarak uzaklaşma beklentisiydi ama iniş o kadar sevimsiz ki (Aylin’in deyişiyle çok pis) koşmak mümkün değil. İri taş parçaları ayağınıza batıyor ve ciddi bir ağrıya sebep oluyor, ayağınızı basacak düz yer bulmak mümkün değil. Zaten ağrıyan diz üzerine acıyan ayak tabanı eklenince ister istemez yavaşladım. Üstelik 2500m üzerinde irtifa, nefes almayı olumsuz etkilediğinden cut-off kaçınılmaz görünüyor. Bir kadın koşucu tam bir hırs küpü şeklinde sürekli organizasyonu eleştiriyor, 5 dakika tam hızla koşuyor, sonrasında herkes onu geçiyor; aslında devam edecek enerjisi kalmamış ama kendisiyle savaşıyor, bu durumu bir türlü kabul edemiyor. Aslında benzer duyguları hepimiz yaşıyoruz, ben daha rasyonelim önce sağlık diyerek kendi kendimi teskin ediyorum. Oysa işin aslı bu zorluktaki yarışa hazır olmayan bizmişiz. Sabaha karşı ulaşabildiğimiz Macungana’ya 15-20 dakika ile cut-off sınırını kaçırdık. Bu gecikme nedeniyle yarış benim için orada bitti, parkurun 55K’sini geçebildim. Aylin sınırda bir zaman ile bu CP’yi geçerek devam etmeyi başardı. CP’de bizi Grächen’e transfer edecek otobüsün gelmesi birkaç saat bekledik. O sırada farkında değildim ama start noktasına en uzak noktadayız ve buradan neredeyse 3 saatlik bir otobüs yolculuğu ile geri dönebileceğiz. Macungana çok güzel bir alpinist kasaba, her yerde spor mağazaları ve tırmanış, kayak, tur kayağı reklamları var. İşin aslı beklerken sıkılmadan zaman geçirdik ve CP’de 2 saat kadar uyuyabildik. Grächen’e döndükten sonraki saat öğlen 1’i buldu yemek ve hasar kontrolü yaparak Aylin’i canlı takip etmeye başladım. Harita üzerinde o kadar zaman sınırında hareket ediyor ki onun da cut-off’a takılması an meselesi. Çok iyi tırmandığını biliyorum ancak arkadan gelen birkaç koşunun onu geçtiğini görünce gerçekten telaşlandım, demek ki çok zorlanıyor. Telefon ile ulaşıp malum şikayetlerini dinleyip ona destek olmak istiyorum ama çok zorlandığı besbelli, dediklerimi duyuyor mu ya da anlıyor mu emin olamadım. Buzul geçişini yapmış, 3200m irtifada devam etmeye çalışıyor. Stres ile geçen birkaç saat içinde köy meydanında yarışı bitirenleri karşılamaya gittim. Ortam tam bir karnaval gibi, herkes orada, Lizzy yarışı bitirenlere Nepal’den getirdiği dua bayraklarını hediye ediyor ve onlara bir atkı takarak ödüllendiriyor; kıskanmadım desem yalan olur. Ortalıktaki koşucuların pek çoğunda Amerika’da 100 mil koşularında verilen büyük tokalı kemerler mevcut. Ünlü North Face koşucusu Sebastien Chappeu 4 stage yarışını birinci olarak bitirdi ve tanışma imkanı buldum. Tam bir koşu panayırı, bitirme anonslarını UTMB’yi sunan aynı İngiliz sunucu yapıyor. Müthiş enerjik ve neşeli bir insan.

Bu ortam içinde Aylin’in çok kritik bir yarış koştuğunun farkındayım ve onu karşılamaya karar veriyorum. Bu halimle parkura tersten girerek onu karşılamaya çıktım. Birkaç km ileriye giderek onu beklemeye başladım ama zaman geçmek bilmiyor, bir türlü gelmiyor. Cut-off’a çok kısa bir süre kala nihayet onu buldum. Pacerlik yaparak tüm kalan gücüyle koşmasını istedim, bana parkurla ve benim bulduğum yarışlarla ilgili söylediği çok hoş sözleri ve temennileri duymayarak tabi ki. Bu kadar zor yarışı bitirirken son dakika kazası olmadan, yanlış yola dönmeden, köyün içinde kaybolmadan ya da benzeri bir terslik yaşamadan yarışı bitirmesi gerekiyor, zaman o kadar azaldı ki en ufak hatayı telafi etmek mümkün değil. Bu düşüncelerle, ikimiz birlikte 4-5 pace ile finish’e kadar birlikte koştuk: 27:57:40, yalnızca 2 dakika kala bitirdi. Yarışı zamanında bitirebilen son koşucu Aylin oldu ve yaş gurubunda 3. olarak büyük başarı sağladı. Bu yarışı toplamda yalnızca 47 koşucu bitirebildi. Müthiş bir başarıydı, canı gönülden tebrik ediyorum. Hele bu yıl katıldığım kamptan ve parkuru gördükten sonra ne kadar zor bir yaptığına ve müthiş başarı olduğuna bir kez daha inandım. Bu kadar zor bir 100K yarışı belki Grossglockner Ultra olabilir, gördüğüm diğer yarışlar yanına yaklaşamaz diye düşünüyorum.

Bu yarışı bitirememek fena halde içimde kaldığından bu yıl 4 etap/stage yarışına gelmeyi ve parkurun görmediğim kısmını koşmayı planlıyordum. Ancak UTMB kurası çıkınca bu mümkün olamadı. UTMR’nin koşu kamplarını araştırken tam da UTMB’nin 6 hafta öncesinde düzenlenen bir kamp olduğunu görerek, hem UTMB için çok iyi hazırlık olur hem de parkuru görebilmek isteğiyle temmuz ayında düzenlenen kampa katılma kararı aldım. Yazının bundan sonrası bu kamp ile ilgili olacak.

UTMR Koşu Kampı

Öncelikle Kora Explore’un, Lizzy ile birlikte düzenlediği farklı koşu kampları var. Bunların bir kısmı Nepal’de, çoğunluğu ise Monte Rosa, Cervinia ve Mattehorn’da düzenleniyor. Bu kampların bazılarına katılmak için advanced-ileri seviyede olmanız gerekiyor, dolayısıyla kampları araştırırken lütfen bu detaya dikkat edin, bana sonra teşekkür edersiniz.

Kamp ulaşim dahil toplamda 6 gün sürüyor, bunun 4 günü koşu kalanı ulaşım için. Yeri gelmişken ulaşımdan bahsedeyim aslında İsviçre’de nereye uçarsanız uçun Grächen’e mecburen tren+otobüs ile gitmeniz gerekiyor. Tren biletleri oldukça pahalı ve internetteki sitelerinde verdikleri bilet fiyatları indirimli olanlar yani İsviçreliler veya indirim kartı olanlar için geçerli. Siz almak istediğinizde yaklaşık 2 katı ödemeniz gerekiyor. Alternatif olarak indirim kartı satın almak isterseniz, kart satış bedeli 120 euro, ek olarak bilet parasını da verince oldukça pahalı bir ulaşım maliyeti çıkıyor. Öte yandan son derece kolay ve hızlı bir ulaşım şekli.

Benim tercihim Milano-İtalya’ya uçup oradan araba kiralamak yönünde oldu, çok daha ucuz bir seçenek olarak aklınızda bulunsun.

İlk gün akşam saat 18’de Grächen’de otelde tüm koşucular bir araya geliyorsunuz ki bu çarşamba günü oluyor. Buluşmada ekibe benim gibi yeni katılanlar ile tanışılıyor çünkü diğer koşucuların bazıları bu kamplara sürekli katılıyorlar yani birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Bu sizinle arkadaş olmalarına engel olmuyor, hemen diğer koşucularla kaynaşıyorsunuz, o kadar çok ortak yarışa katılmışlığımız ve dünya küçük dedirtecek ortak arkadaşlar çıkıyor ki 1/2 saat sonra herkes can ciğer kuzu sarması oluyor 🙂 Bu kamplara yalnız katılmaktan sakın çekinmeyin, asla yalnız kalmayacaksınız. Gurubumuz inanılmaz, Türkiye’yi ben temsil ederken, Avusturya’da dağlarda yaşayan bir Japon koşucu, 2 tane İsrail’den katılan koşucular Liat ve Tara, İtalyadan İta, İsviçre’li Marcus, Fransız Marie, İngiltereden de Lizzy dahil 8 kişiyiz. İtalyan koşucu İta, sevgili Gürkan Açıkgöz’ün arkadaşıymış ve 5 kıtada koşu projesini o da yapmış. Norveç’te birlikte koşmuşlar, güzel sürpriz oldu. Katılanların performansları çok etkileyici. İta ve Marie, Tor des Geants yarışını 124 saatte bitirmişler ve Marie yaş gurubu ikincisi olmuş, ikisi de çok sayıda 100 mil ve daha uzun stage race yarışları koşmuşlar, Marcus Ultra pass yarışını geçen yıl 19 saatte koşarak yaş gurubu birincisi olmuş, Liat TDS ve 2 tane 100 mil yarışı koşmuş, diğer koşucular ise birkaç tane 100K ultrası koşup gelmişler, Japon koşucu ve İsviçreli Marcus bu kamptan 3 hafta düzenlenen ilk UTMR kampına da katılmışlar, yani ekip sağlam.

Kısa bir brifing veren Lizzy sadeliği ve mütevazi kişiliğiyle bizi karşıladı, o ev sahibi biz misafir modundayız. Hepimize Nepal dua bayrağı, soft flask suluk ve bandanadan oluşan hediye paketi dağıttı. Programı anlattı, sabah 5 30 kalkış, 06 00 kahvaltı, 07 00 çantalarımızın arabaya teslimi ve koşuya başlama. Akşam bitirdikten sonra hep birlikte yemeğe gidiliyor ve gecikmeden dinlenmeye çekilme. Bu program her gün aynen uygulandı. Ayrıca her sabah o gün koşulacak parkur ile ilgili daha detaylı bir bilgilendirme yaptı.

Herkes yarışın tüm zorunlu malzemelerini koşu çantasında yanında taşımak zorunda, kafa feneri dahil. Lizzy bu konuda ısrarla uyardı bizi, önceden bir mail ile de aynı uyarıyı yapmıştı. Siz koşarken, organizasyon eşyalarınızın olduğu çantanızı bir sonraki kasabaya-otele araba ile gönderiyor. Bu taşıma işini tek kişi yapıyor ve yer sınırlı. Eğer sakatlanırsanız veya acil bir durum yaşanırsa aynı araç ile sizi transfer edecekler, o nedenle çantanızın 8 kg ağırlık sınır var. Fazla eşyalarınızı otelde bırakabiliyorsunuz, nasılsa 4 gün sonra buraya döneceğiz. Eğer bu miktara kadar küçülemezseniz size nelere ihtiyacınız olmadığını anlatıp, küçülmenize yardım ediyorlar. Sonuçta 3 günlük koşu malzemesi gerekli. Zaten kampın sonunda yanımdaki malzemelerin neredeyse yarısını hiç kullanmamış olduğumu fark ettim. İnsan yine de yanında kuru giysi, ilaç vb olsun istiyor. Benim tercihim her gün için temiz şort-tshirt-çorap-bandana taşımak oldu ve yalnızca bunları kullandım. Bunun dışında getirdiğim giysilerin çoğunu kullanmadım bile. Yedek ayakkabı taşımak iyi fikir bence. Onlar o kadar alışkınlar ki bir çift ayakkabı, 2 short ve Tshirt ile tüm kampı bitirdiler desem yeridir. Aslında gerçekten çok eşyaya ihtiyaç olmuyormuş ama biz Türkler biraz fazla tedbirliyiz diyelim.

Bu işi hallettikten sonra köy de hep birlikte yemeğe gittik ve Kora Explore’un sahibi ve UTMR yarışının düzenleyicisi Richard da bize katıldı. Burada yalnızca Lizzy değil çok sayıda elit atletin kamp yaptıklarını, UTMB öncesi yüklenme dönemini burada geçirdiklerini anlattı. Lizzy, bizi beklerken günlük koşusuna çıktığını ve parkurda Christofer McDougal’ın ” Born To Run “kitabındaki kadın koşucu olan Jenn Shelton ile karşılaştıklarını anlattı. Jenn de sanıyorum Mammut markasının koşucusu. Okumadıysanız, bu kitabı da hemen okumanızı tavsiye ederim. Elitler dışında ortalıkta çok sayıda full ekipman ile koşan kişiyle karşılaştık, herkes burada antrenman yapıyor.

Birinci Gün

Bana en zor gelen gün birinci gün oldu ; çünkü çanta vb angarya işleri bu sabah tamamlamış olduk, yol yorgunluğu ister istemez etkiliyor ve sağ dizimde fena halde ağrıyordu. Bana Lavaredo’da 97Km’de yarış bıraktıran bu dizle 4 gün arka arkaya her gün ortalama 40K ve 3000m tırmanış nasıl olacak bilemiyorum. Bu endişelerimden bahsettiğim Graham, fizyoterapi sertifikası olduğunu izin verirsem dizime bakacağını söyledi. Gerçekten koşuyla o kadar ilgili ki ve o kadar çok diz sakatlığı görmüş ki sorunu hemen tanımladı: Dizim sağlam, sorun Hamstring kasındaki kronik spazm ve inanılmaz sertleşmeymiş. Hemen 10 dakika ağlatacak kadar ağrılı bir masaj ile kası serbestleştirdi. Sonrasında günün sonunda yine beni bekliyor, bu masaj işi düzenli olarak 3 gün sürekli devam etti ve ben de bu sayede kampı tamamlayabildim. Merak edenlere anlatayım, IT band veya klasik runners knee değildi benim problemim. Yokuş çıkarken diz kapağımın altından gelen şiddetli bir ağrı ve çekilme ile adeta kopma hissi yaşıyordum. Adım aralığı büyüdükçe ya da eğim dikleştikçe ağrı da artıyordu, mecburen çok küçük adımlarla çıkmanız gerekiyor. Genelde inişlerde ağrı olmuyordu. Benzer soru yaşarsanız, sorunun bacağın arkasında olabileceğini hatırlayın lütfen ve elbette siz de benim gibi esnetme yapmayanlardaysanız, uzun dönemde bu tip sorunlar yaşayabilirsiniz.

İlk etap Grächen den başlayıp Zermatt’da sona eriyor, yaklaşık 37K ve 2900m tırmanış mevcut. Kesinlikle tüm parkurun en kolay bölümü burası dizimi test etme imkanı verdi. Bir çeşit ısınma parkuru ve bildiğimiz Alplerdeki diğer ultralara çok benzeyen bir parkur. Orman içinde, vadilerde, dere kenarlarında bir kısmı single track patikalarda koşuluyor ve çok keyifli. Sakın bu parkura bakıp kalanı da böyle olacak diye düşünmeyin, çünkü parkur her geçen gün zorlaşıyor. İrtifa arttıkça buzul, kar geçişleri, çok teknik ve koşulamaz bir zeminde, kaba bitki örtüsünün üzerinde devam ediyor. Ancak bu etaplar çok ama çok güzel, etkileyici ve elbette kırıcı. Mental olarak çok hazır olmanız gerekli.

O sabah koşarken patikada karşılaştığımız İspanyol koşucuda izin isteyerek bize katıldı, o da Zermatt’a kadar koşacakmış. Zaten aynı anda 5 dil konuşulan gurubumuza bir de İspanyolca eklendi. Bu etabın sürprizi taşlardan oluşan bir çığın patikayı kapatması oldu. 1000 metreküplük kayalardan oluşan bir çığ düşmüş ve patikayı kapatmış. Çığ bölgesine ulaştığımızda halen düşmeye devam eden kayaların sesleri geliyordu. Bizde olsa üzerinden atlayarak geçerdik diye düşünürken, Lizzy, parkurun bu bölümünü geçmeyi riskli bularak o noktadan bizi geriye çevirdi ve aynı patikayı ters yönde koşarak geri döndük, aşağıdaki vadiye indik ve tehlikeli bölümden yolu 5/6 km uzatarak kurtulmuş olduk. Bu bölümü geçtikten sonra yeniden tırmanmaya başlayarak gerçek yarışta da CP olarak kullandıkları kayak restoranına ulaştık. Bu noktadan aşağıya inerken önümüzdeki vadiyi tamamen çelikten yapılan bir asma köprü kullanarak geçeceğimizi gördük. Benzerlerini yalnızca Nepal’de gördüğüm vadi tabanından çok yüksekte (boğaz köprüsünden daha yüksek) ve çok uzun tek kişilik bir asma köprüden geçeceğiz. Bu köprü geçişleri en hafif deyimiyle sizi tedirgin ediyor çünkü sabit değil hareketli. Köprü üzerinde yalnızca tek kişinin yürüyebileceği genişlikte, karşıdan birisi geldiğinde yol vermek stresli bir iş. Bunun dışında rüzgar ve salınım nedeniyle, sizi havada sallanıyormuş hissi ile karşıya olabildiğince hızlı geçmeye zorluyor. Yükseklik korkusu olanlar için biçilmiş kaftan, korkunuzu kesin yenersiniz. Bu arada öğle yemekleri ve çay-kahve molalarında parkurda alışveriş yapmak zorunda olacağınız için yanızda kredi kartı ve 20 euro kadar nakit taşımanızı öneriyorlar. Elbette tüm parkurda pasaportunuzda yanınızda oluyor.

Akşam saatlerinde vardığımız Zermatt’da bizi Mattehorn’un muhteşem görüntüsü karşıladı, eğer görmediyseniz Mattehorn’un fotografını Tobleron kutuları üzerinde bulabilirsiniz. Zermatt çok güzel turistik bir kasaba, mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Söylemeden geçemeyeceğim, hem bu kasaba hem de Grächen dahil köylere her tip dizel veya benzinli araç girişi yasak, giriş yalnızca elektrikli araçlar ile yapılabiliyor. Aracınızı büyük otoparklara bırakıp, transfer edilmeyi bekliyorsunuz. Böylece yerleşim yerlerinde sıfır egzoz emisyonu mevcut, bu kadar medeniyet çok fazla geldi desem yalan olmaz. Çok hoş bir otelde kaldık. Sabah 07’de başlayan günümüz akşam 8’de pizzacı’da sona erdi. Yarınki etap oldukça zor olacağından akşam 9:30 gibi dinlenmeye çekildik.

İkinci Gün

Zermat’tan başlayan parkur İtalya’da Gressoney’de bitiyor. Toplamda 41,3K kadar uzunlukta ve 2900m tırmanış var. Bu etapta parkurun en yüksek noktasına buzul geçişi yaparak ulaşılıyor (3300m) ve tam orada İtalyan sınırı geçiliyor. Tırmanış köy içindeki patikalarda, orman içinde, ağaç kökleri arasından başlayıp oldukça dik olarak yükseliyor ve oldukça teknik bir zeminde sona eriyor. Son 1 saatlik tırmanış bölümü bildiğiniz kayalar üzerinde tırmanarak geçti. Buzul geçişi öncesinde uğradığımız kayak kulübesinde Graham sürpriz pasta ile bizi bekliyordu. Ekibin İsrailli koşucularından Liat’ın doğum günüymüş. Pasta ve sıcak çay, buzul öncesinde ilaç gibi geldi. Buzul tırmanışı öncesinde Lizzy, uzun teknik pantalon ve ceketini giydi.Konuşmasına gerek yok, annesini izleyen yavrular gibi kadın ne yaparsa aynısı yapıyoruz zaten. Giyiniyor giyiniyoruz, yağmurluk veya pantolunu çıkarıyor çıkarıyoruz. Lizzy batonları çıkardığı zaman herkes kendi batonunu çıkarıyor; kimsenin aklına ben batonsuz giderim demek gelmiyor. Lizzy, o kadar güçlü ki hepimizde müthiş bir saygı uyandırıyor. Ekibin genel hızına göre en önden giderek tempoyu belirliyor. Çok iyiyseniz o da hızlanıyor ama hiçbir zaman onu geçmenize izin vermiyor; limiti yok siz hızlandıkça Lizzy daha da hızlı gidiyor.

Söylemeye gerek var mı bilemiyorum ama 2500m üzerinde hava sıcaklığı belirgin azalıyor ve özellikle zirveye yakın geçitlerde rüzgar nedeniyle ısı aniden düşüyor; yarışa gelirseniz bu değişimi yaşamadan önce uzunları mutlaka giymenizi öneririm hatta eldiven iyi fikir. Buzul geçişini yaparken bir sürpriz daha yaşadık; İsviçre Kayak Milli takımı antrenman yapıyordu. Onlar kayakla biz koş-yürü yaparak aynı buzulu paylaştık. Buzulun zirvesine ulaştığımız nokta parkurun da en yüksek noktası oldu ve İtalyan Bayrağı bizi karşıladı. Artık Cervinia Kayak merkezindeyiz. Bu noktadan inmeye başlayarak, 3000m yükseklikte buzul göllerinin arasında koşuyorsunuz. Doğa inanılmaz, çok keyifli ve bir o kadar da zorlu bir parkur, zemin çok taşlı. Eğer irtifaya alışmakta zorlanırsanız bu etap ciddi zor olabilir. Eğer rahat nefes alabilirseniz bir o kadar keyifli. Yüksek irtifada göller arasında jog temposu ile koşuyorsunuz.

Üçüncü Gün

Gressoney’den başlayan Macugnaga’da biten etap, yaklaşık 47K ile en uzun etap ve tırmanış miktarı 3500m kadar. Benim için geçen yıl ile hesaplaşma zamanı geldi. Gündüz gözüyle parkuru geçeceğim, geçen yıl koşamadığım yerler neresiymiş, nasıl koşulurmuş anlayacağız. Bu sabah İsrailli arkadaşlarımız parkurun çok zor olduğunu söyleyerek, ilk uzun tırmanıştan sonra teleferik ile Gressoney’e döndüler ve yolun kalanını araba ile gitmeye karar verdiler. Üstelik bu koşuculardan Liat daha önce TDS ve birkaç tane 100 mil yarışı bitirmiş olmasına rağmen parkuru sert bularak belki biraz da arkadaşını yalnız bırakmamak için bu etabı pas geçti. Enerjilerini toplayıp, iyice dinlenip yarın son etaba bizimle gelecekler. Geçen yıl bana yarışın başında cut-off’ta olduğumu söyleyen zirvedeki CP’ye ulaştık ; burası 3000m’de sisler arasında buz gibi bir kayak evi. Ancak bu kez kahve ve kurabiye ile tadını çıkarıyorum ancak hava yine kapalı, gündüz olmasına rağmen karanlık ve yoğun bir sis bulutu içindeyiz. Ortam gerçekten zorlayıcı, bu kez nefes alabildiğim için mutluyum. Büyük ihtimalle aşağıya iniş bölümünü Alagna’ya kadar 15K non-stop iniş var, koşabileceğim diyorum. Hava sisli ve nemli olduğundan taşlar çok kaygan. Ekibimiz 2 kişi eksilince çok daha hızlandık, hiç oyalanmadan, üşümeden devam ediyoruz. Bir ara Lizzy’nin arkasında koşmaya başladım. Yaklaşık 15 dakika non-stop yüksek pace ile yokuş aşağı koştuk. Daha doğrusu o koştu bana tempo verdi ve onun tekniğini izlememi istedi. O kadar sık ve hızlı adım atıyor ki neredeyse saymak mümkün değil, bu hızlı inişin ilk ipucuydu. İkinci önerisi sürekli yerçekimi yönünde koşmayı önermesi oldu. Su dökülünce nereye akarsa o tarafa doğru koşmamız gerektiğini söyledi. Üçüncü ipucu, inerken yön değiştirmemek oldu. Yön değiştirmek düşme riski yanında ciddi fren etkisi yapıyor. Söylemesi kolay ama bunları uygulayabilmek için çok kuvvetli quadlar ve oldukça yoğun antreman gerekiyor. Alagna sonrasında yine çok uzun bir tırmanış ve sonrasında Macugnaga’ya doğru çok uzun bir iniş bizi bekliyor. Ayni gün içinde koşarak 2 tane 3000m lik dağa çıkıp zirve yapacağız. Yaklaşık 2900m irtifadaki ikinci geçidi aşınca hava iyice bozdu ve yağmur yağmaya başladı; yeniden tüm malzemeler giyildi. Zaten kaç kez giy çıkar yaptığımı hatırlamıyorum; sürekli bir giyin soyun modundayız. Hiç üşenmiyorlar, biraz idare edelim demiyorlar. Sürekli giyin soyun şeklinde değişen hava koşullarına uyum sağlamaya çalışıyoruz. Bu arada merak edenleriniz mutlaka vardır, ne Lizzy ne diğer koşucular jel vb tüketmiyorlar. Lizzy normal gıda – solid food – tüketiyor; pratikte peynirli sandviç yiyor. Diğerleri de benzer şekilde besleniyor, tuz tableti, elektrolit solüsyonu vb destek alan yok.

İkinci zirveyi geçtikten sonra yağışın da etkisiyle yavaşladık ancak sabit bir tempoda devam ettik. Bu etapta neredeyse hepimiz bir şekilde düştük. Ancak kimsede ciddi bir sakatlık, incinme olmadı. Ufak sıyıklar ve biraz ağrı dışında sorunsuz olarak Macugnaga’ya ulaştık. Aklımda kalandan daha güzel bir kasabaymış, yemyeşil. Bütün evlerin balkonlarında çiçekler masalsı bir ortam. Akşam enfes İtalyan pizzaları sonrası dinlenmeye çekildik. Aklıma gelmişken uyarayım, otellerde çamaşır yıkama servisleri var. İsterseniz koşu malzemenizi yıkayıp kurutup size veriyorlar.

Dördüncü Gün

İtalya ile vedalaşma günü, Macugnaga’dan başlayıp, turu tamamlayıp yeniden Grächen’e döneceğiz. Benim için geçen yıl parkurun göremediğim kısmını koşma imkanı olacak hem de gündüz gözüyle. Yaklaşık 44,5K ve 3490m tırmanış içeren parkur, oldukça teknik. Büyük bir tırmanışla başlayan parkurun zirvesinde yarışın ana sponsoru olan ON firmasının CP’si var. Bu CP’nin hemen 30m. üzerinde bir Madonna heykeli var. İnsanlar onu ziyaret etmeye geldiğinden ortalık kalabalık. Biz bu kalabalığı geçerek, taşlar üzerinde ilerleyip dağın arka yüzüne geçtik ve son derece dik ve teknik bir etap ile inişe geçtik. Pratikte bu zirvenin hem çıkışında hem de inişinde patika yok. Patika yalnızca 2000m nin altındaki irtifada ve köylere yakın bölümlerde var. İnişi tamamladıktan sonra bir baraj gölüne ulaşıyorsunuz ve göl kenarında yaklaşık 30dk’lık bir jog ile geçilen dümdüz bir alan var. Bu geçiş sırasında Lizzy önden kendi temposunda gitmete başlayıp herkesi serbest bıraktı. Ben de elimden geldiğince Lizzy, Marie ve Marcus’u kovaladım, 1-2 dakika arkalarından bu bölümü bitirebildim ve kocaman bir “aferin” aldım, Lizzy’den.

Yolda yine İtalya-İsviçre geçişi yaptık. Parkurun yaklaşık yarısında Saas-Fe isimli İsviçre kasabasına ulaşıyorsunuz. Burada migros-coop ve bizim tercih ettiğimiz fırın arasından bir tercih yapıp öğlen yemeğinizi yiyorsunuz. Saas Fe’ye ulaştığımızda aramızdaki en formda koşuculardan olan Marie, bırakma kararı aldı. Dünkü düşme sırasında ayak bileğini incitmiş, ağrı ve ödem nedeniyle risk almak istemedi.

Sonrasındaki bölüm özellikle son 20K oldukça yüksek irtifada vadi boyunca zirveye paralel koşuluyor, bitmek bilmeyen ufak inişler ve küçük tırmanışlardan oluşuyor. Burayı geçmek saatler sürdü, Aylin’in neden yavaşladığını anlamış olduk. Bildiğiniz duvara döşenen zincirler ile güvenliğin sağlandığı, düşme riski olan bölgelerde geçiyor. Çok sayıda dere üzerinden, taşların kaymasıyla oluşmuş kayalar üzerinden sanki çarşak geçişi gibi atlayarak geçiyorsunuz. Bazen de derelerin çok güçlü olduğu yerlerde, derenin altından geçen tünellerden geçiş oluyor. Pek alışık olmadığımız bir geçiş şekli, karanlık ve kısa sürede geçilen çok sayıda tünel mevcut. Geçiş 1-2 dakika sürüyor, üzerinizden dere akıyor. Bir diğer güzelliği ise parkurda dağ keçisi – Steinboch yaşam alanından geçmeniz, çok sayıda size eşlik eden ve dik uçurumlara nasıl çıkılacağını gösteren dostunuz oluyor. Bazı bölümlerden tek kişi geçmenize izin veriyorlar, oldukça riskli alanlar var. Son günün yorgunluğu ile kimse risk almak istemiyor ve ister istemez yavaşlıyoruz. Bu geçiş dağın zirvesindeki bir kayak istasyonunda bitiyor. Buradan sonraki 5/6K da tatlı bir jog ile tamamı yokuş aşağı ve yine bir göl kenarından, orman içinden geçerek köy meydanında bitiyor.

Grächen’e geç ulaştığımız için kendimizi direkt lokantaya atıyoruz ve kendi kendimizi kutluyoruz. Tüm koşucu arkadaşlarıma imkanları elveriyorsa mutlaka bu koşu kamplarına katılmalarını tavsiye ederim. Yarış stresi olmadan, çok daha keyifli ve istediğiniz tempoda parkuru geçme şansınız oluyor. Elit atletler ile birebir koşuyla ilgili merak ettiğiniz her şeyi paylaşabiliyorsunuz ve elbette dünyanın dört bir yanından arkadaş ediniyorsunuz.

“Running Unites.”

Hepinize önümüzdeki Ultra Tour Des Mont Blanc yarış haftasında başarılar diliyorum.

Yarış ve koşu kampları ile ilgili detaylı bilgi için www.ultratourmonterosa.com