Cekmekoy 5. Winter Time Challange Kosulari

Cekmekoy 5. Winter Time Challange Kosulari, 21 Kasim 2015

45K GECE PATİKA KOŞUSU, CEM’İN KALEMİNDEN

Beni tanıyanlar ve blogu takip edenler patika koşularına ve uzun mesafeye olan ilgimi ve sevgimi bilirler. Patika ve ultramaraton koşuları ile ilgili başlangıç-orta düzeyde bilgi ve deneyim sahibi amatör bir koşucu da diyebilirim kendim için. Bu yüzden de her fırsat bulduğumda uzun mesafe patika koşularına katılarak deneyimimi arttırmaya gayret gösteriyorum. İşte bu düşünce ile Vodafone Avrasya Maratonu’nda, Erdem’e nanik yaparak 15K kategorisine geçtim 🙂 ve 21.11.2015’te Çekmeköy’de Bakiye Duran’ın düzenlediği 5. Winter Time Challange yarışının 12 saat kategorisinde koşmaı planladım ancak Cumartesi gündüz işlerim sebebi ile aynı yarış serisindeki başka bir kategori olan Gece 45K koşusuna katılma kararımı netleştirdim. Parkur, İstanbul’da en iyi bildiğim parkurlardan biri olduğu ve aynı parkurda 2 kere gece gece yarışı (8K ve 15K) deneyimim olduğu için rahattım. Ama yine de bana bulaşmış olan bu ultramaraton virüsünü birilerine yaymaya devam etmem gerekiyordu ve bu sefer ki hedefim Bike idi. Laf aramızda bugüne kadar hiçbir run.bo’yu kandırmaya çalışıp da zorlandığım olmadı :).

teamrunbo_cekmekoyBike ve Ersavaş ile buluşup maceralı bir yolculuğun ardından Bakiye Duran’ın (TeamUltraTrailRunner) ana kampı olan Taşdelen Mesire Alanı’ndaki çadıra ulaştık. Yarış kategorilerinde 72-48-24 ve 12 saat yarışları olduğu için hali hazırda arazide koşmakta olan ultramaratoncular vardı ve çadır bu yüzden canlı bir haldeydi. Saat 21:00da başlayacak 15-30-45K ve 12 st. gece koşuları için toplam yaklaşık 20 koşucu hazırdı. Kayıtların ve hazırlıkların ardından Bike ile başlangıç alanında yerimizi aldık. Yarışın başlangıcı ile birlikte Ersavaş’ın bakışları arasında Taşdelen Ormanları’nın karanlığına doğru atılıverdik.

Bike ile konuştuğumuz üzere, birbirimizden ayrılmadan koşacaktık. İlk 1K.daki belirgin ve daha sonraki 2K.daki daha tatlı sert yokuşu, hafif tempo koşarak geçtik. Öndeki 10 kişilik grup ile arkamızdaki 6-7 kişilik grubun arasındaydık. Parkurun, İstanbul manzaralı bu tırmanış etabını tamamladığımızda önümüzdeki ve ardımızdaki ekip ile aramız açılmıştı. Sadece kafa lambalarımızın ışığı ile yol aldığımız karanlık orman yollarına girdiğimizde, aralıklı olarak bulutların arasından çehresini gösteren ay ışığı ile yolumuzu ve hafif kızıl güzelliği ile de ruhumuzu aydınlartıyordu. Parkuru iyi tanımanın avantajı ile hiç zorlanmadan (nabzım 90/dk idi) 5K geride kalıverdi. 6K civarında eski ve yıl içindeki diğer yarışlarda 30K için ayrım yeri olan sapaktan ve 6,5K civarında 45-60K ayrımından yanlışlıkla dönerek koşunun başında  fazladan 3K koşmuş oldum; bu 3K.lık gereksiz koşu moralimi bozmadı, kaybettiğim zaman da önemli değildi ancak yarışın sonlarına doğru burada harcadığım eforu arayabileceğimi biliyordum.

En sonunda doğru yolu utturarak 7,5K.daki ara istasyona ulaştık. İsimleri yazdırıp yarımşar şişe su içerek durmadan dönüş yoluna geçtik. Müziği kapatıp doğa sesi ile koşmaya başladım ve etrafımdaki her çıtırtıyı rahatlıkla duyabiliyordum. Ben önde, Bike 50 m. arkamda koşmaya devam ettik. Yol üstünde, kafa fenerlerimizin ışığı ile parlayan bir çift meraklı gözün sahibi bana göre bir tilki, Bike’ye göre yavru bir kaplandı :). İstanbu’lun ışıklı manzarasını tekrar gördüğümüzde benim için ilk turun, Bike için yarışın sonuna geldiğimizi anladım. Son 3K.yı da keyifli bir şekilde koşarak ve yarışının herhangi bir kısmında olan her kategoriden yarışmacı ile selamlaşarak tamamladık. İki defa kaybolma sonucu toplam 3K fazladan koşulan yol ve bunun getirdiği sersemlik ile ilk turu beklediğimden 20-25 dk. geç tamamlamıştık.

Ana istasyonda Ersavaş’ı görüp 10 sn. muhabbet ettikten sonra adımı ve süremi yazdırıp 250 cc. su içerek “Hadi görüşürüz!” diyerek ormana doğru koşmaya başladığımda Ersavaş ve Bike’nin ardımdan “Manyak bu adam!” der gibi baktıklarını hissediyordum. 2. turun ilk 7.5K.sı sorunsuz geçti, yol boyunca tırmanışlarda hafif inişlerde ve düzlüklerde normal tempo koştum. Ancak dönüş yolunun hemen başındaki taşlık bir bölgede sağ ayağım kayınca çok ciddi bir şekilde tökezledim ve o andan itibaren sağ dizimin dış kısmında bir ağrı başladı. Yaklaşık 200 m. koşmayı denedim ancak ağrı nedeni ile mümkün olmayınca yürümeye başladım. Bir ara ağrım o kadar arttı ki “ana kampa ulaşınca duruma bakar belki de yarışı bırakırım” diye düşündüm. 1,5K boyunca sağ dizimi deneyerek kah koşmaya çalıştım, kah hızlı yürümeye. 2. turun dönüş yolunun 3. K.sından itibaren koşabilir halde idim. Sağ dizimdeki hafif sızı devam etse de düşünmemeye çalışıyor ve tırmanırken yürüyüp, iniş ve düzlüklerde ise koşarak ilerlemeye devam ettim. Yaklaşık 2:10luk (2. tur) bir sürede ana istasyona vardım. Bu turda daha önceden de planladığım üzere bir tüp koska tahin pekmez, 1 adet tadımca tahıllı enerji barı ve 200 cc. su içine hazırlamış olduğum 1 adet jel ve tuz tableti karışımını içtim. Sağ dizimdeki ağrı devam ediyordu ancak fizik ve moral olarak kendimi çok iyi hissediyordum. Keşke o ilk turdaki 3K.lık mesafe olmasaydı şimdi daha dinç olurdum diye geçirdim içimden ( bunu düşüneceğimi biliyordum 🙂 ). Bir bardak çay ile 3 adet kesme şeker yedim ve 3-4 dk. içinde yeniden parkura geri döndüm. Rahat hissediyordum, hedeflediğim 6:45’in altında bitirebilmek için yaklaşık 2:30 sürem vardı.

cem_grafikİlk 3K.lık tırmanışı tamamen hızlı yürüyerek katettim, dizimde sorun yoktu. Ancak düzlüğe gelip koşmaya başladığım zaman sağ dizimde hissettiğim ağrı kötü bir sürpriz oldu. Buradan geri dönemezdim ama dizim de ağrıyordu. Dizimin ağrısını yok sayarak ilerlemeye devam ettim. Rüzgar arttığı için 2. turun başında çıkarmış olduğum yağmurluğumu tekrar giydim. 2. turda olduğu gibi 1 tüp koska tahin pekmezi yavaş yavaş yiyordum ve hazırladığım jelli tuzlu karışımı içiyordum. Dizimdeki ağrı giderek artıyor ve yürüdüğüm mesafe koştuğumdan daha çok olmaya başlıyordu. Tabii moral olarak da olumsuz etkilenmeye başlamıştım. 7.5K.daki ara istasyona geldiğimde saatimin mesafesi 40,5K gösteriyordu. “Gerçekte 4,5K kalmıştı” diye hayıflanmaktan alıkoyamadım kendimi. Ara istasyonda 250 cc. su içtim, bir adet çokoprens aldım ve oturmadan (oturursam kalkabileceğimden emin değildim) dinlenmeye ve sakinleşip karar vermeye çalıştım. Kendimi toparladım. 2. turun ortalarında taktığım kulaklıklarımı çıkarıp cebime koydum; böylece tamamen yola ve doğaya konsantre olacaktım. Tırmanışlarda yürüyecek, düzlüklerde durumuma göre koşacak veya yürüyecek, inişlerde ise hafif koşacak ve olmazsa yürüyecektim. Tekrar başladım. Ağrımı yok sayıyor, düşünmemeye çalışıyordum. Gerçekten de bunu yaptığım zamanlarda başarılı oluyordum ancak sağ ayağımla düz olmayan en ufak bir zemine bastığım zaman ağrı, kendini hatırlatıyordu. Rüzgar iyice artmıştı. Yavaşladıkça üşümeye başlıyordum ve hızlandıkça dizim ağrıyordu. Yolda, çeşitli kategorilerdeki koşucuları görmek iyi bir motivasyon oluyordu. Yol üstündeki “finişe son 4K” uyarısını gördüğümde saatimde 44K değerini görünce bir okkalı küfür savurdum kendime, ilk turda saptığım yanlış yollar için. Tüm vücudum sağ dizim olmuştu sanki. Hedefim olan 6:45’ten önce bitiremeyecektim, bari 07:00’ı geçmeseydim. Bu motivasyon ile yola devam ettim. Sağımda beliren ve az kaldığını müjdeleyen İstanbul manzarasını gördüğümde ancak hızlı yürüyebiliyordum. İnişi yürüyerek tamamladım ve son düzlükte ( gerçekten son düzlük 🙂 ) koşarak ilerledim. Ana çadıra geldiğimde saatim sure olarak 06:52 gösteriyordu. Çadırdan içeri girdiğimde hissettiklerim çok karmaşıktı. Saniyeler içinde dizimi unutmuştum, başım dönüyordu ama mutluluktan mı yorgunluktan mı bilmiyorum :), sanki sarhoştum. Ve sonrasında tüm yarıştan kareler gözümün önünde uçuşmaya başladı.

Çadıra girdiğimde Kaçkar Ultramaratonu’nda tanıştığım Burak Altındal ve 45K kategorisini ilk3te tamamlayan diğer koşucu arkadaşlar sohbette, madalya törenini beklemekteydiler. Hepsiyle selamlaşıp, tebrikleştikten sonra madalya ve kupa törenini gerçekleştirdik. Cumartesi st 21:00 da başlayan bu şöleni, pazar saat 04:45te tamamlayarak eve dönüyordum.

Yarış Künyesi
Yarış Kategorileri :
72-48-24-12 st zamana karşı
15-30-45 K Gece
Hava : 19 Derece, parçalı bulutlu, nem %51, rüzgar kuzeybatıdan 25K/st
Zemin : Taşdelen ve Çekmeköy ormanlarında yer yer bol taşlı ancak genelde sıkı toprak stabilize yol
Çevre ve Ambiyans : Maalesef 3. köprü inşaatından dolayı tahribat büyük. Mesire yeri giriş ücreti 13 TL (fahiş sayılacak bir fiyat, neyin bedeli o da belirsiz). Çekmeköy koşularının ve Bakiye Duran’ın elinin değdiği koşuların tadını yaşayan bilir, anlatmakla olmaz :).

Veriler
Suunto Ambit 3 … RunKeeper Uygulaması
Mesafe : 48.28K … 48.92K
Süre : 6:52 … 6:52
Pace : 8: 32/km … 8.37/km
İniş-Tırmanış : 1124 m … 1581 m

Ekipman
Ayakkabı : Asics Fuji Trail 3
Üst : Nike Dri Fit Uzun Kol (iç katman olarak) ve Nike DriFit Tshirt
Alt : BV Sport Compress Tayt ve Kalenji 5′ koşu şortu
Çorap : Nike Trail
Çanta : Raidlight XP5 (1,5 l su, 2 adet jelli+tuz tabletli 200cc su dolu matara, 2 adet koska tahin pekmez tüp, 3 adet tadım tahıllı enerji barı, 1 adet tuzlu çubuk kraker, acil durum battaniyesi, ilk yardım çantası ve 1 adet bandaj, victorinox çakı)

Akılda Kalanlar

Sen koş, bir şekilde kalbin, beynin ve kasların yardım ediyor.

Ne varsa doğada var. Doğaya ait olduğunu unutma, doğaya sahip çık, sahip olmaya kalkma.

Karanlıktan korkma, ışıkta karanlıkta kalmaktan kork.

Koş, her fırsatta ve her ortamda. Koştukça deneyim artar, deneyim arttıkça keyif artar.

—————————————————————-

15K GECE PATİKA KOŞUSU, BİKE’NİN KALEMİNDEN

Hem gece karanlıkta, hem de patikada koşmak da neyin nesidir, yoksa ben kafayı mı yedim? (Sakin olun, eninde sonunda, bunların bir gün başıma geleceğini biliyordum!.. 😉

toplu_startHenüz İstanbul Maratonunu koşalı 6 günü devirmişiz, takvimimizde böyle bir yarış da var, Cem 45k koşacak kesin niyeti var, ama organizasyona 1 haftadan az zaman kalmasına rağmen, ben henüz olaya mesafeliyim. Asfalt koşusu olarak 15k koşmuş olsam da, bacak ve eklemlerimdeki ağrılar da henüz taze idi. Arka arkaya 2 yarış koşma konusunda endişelerim vardı. Bir gün patika koşusuna soyunacağımı biliyorum ama bu kadar hızlı gelişeceğini hiç bilmiyordum! Niyetim var da acaba henüz fiziksel ve mental olarak böyle bir yarışa hazır mıydım? Elbette Cem’in anlattıklarından pek çabuk ikna oldum, en azından denemeye değerdi.

Başlarken :
Lodosla birlikte gelen Kasım ayının son günlerinde sürpriz ılık bahar havası ve kuru hava, haftaiçinde günler ilerledikçe cesaretimi arttırdı. Cem’e baştan bir söz vermiştim, geri dönmek de olmazdı… Malzeme bahanem de yok, ağrılarım da hızlıca geçiverince kendimi organizasyona teslim ediverdim…

Parkur :
Taşdelen Mesire Yeri olarak bilinen orman alanı içinde dümdüz 7.5k uzunluğunda bir patika parkuru var. Patika aslında bir taş topraklı genişçe bir orman yolu. Bu parkur git-gel 15k ediyor. Dolayısıyla minimum koşulan mesafe 15k ve sonraki mesafeler de 15k’nın katları.
Ben en düşük mesafe ile kendimi test etmek istiyorum, Cem’in önümüzdeki sene 60-80k gibi bir mesafede ultra yarışı yapmak gibi bir hedefi var, ona antrenman olması amacıyla da 45k koşacak.

Ultra yarışçıları, İstanbul’un içinde kalan ve ulaşımı kolay Çekmeköy parkurlarında defalarca koştuğu için buraları çok iyi biliyorlar. Benim için bir ilk daha. Ama neyse ki ilk gece koşum olmayacak…

Start noktasını bulmak tam bir muamma oluyor. Mesire alanına girdikten bir süre sonra karşımıza dev bir otoban inşaatı çıkınca nasıl ilerleyeceğimizi bilemiyoruz. Yarış kamp alanı / şantiye çadırı meğer Taşdelen suyunun şişelendiği yerin hemen üst-yanında imiş.

Organizasyon ile ilgili her türlü detay için :
http://teamultratrailrunner.com/index.php/website/content/209

Not : Sevgili Devlet’ime burada bir çift sözüm var. Bize zaten şehirde bir avuç orman bıraktınız, hadi bunlarla da idare etmeye çalışıyoruz. Sonra da ormanların işletilmesini özel şahıslara verdiniz, ormana giriş ücreti olarak Belgrad için 12TL dediniz, eyvallah ama en azaından baştan haftaiçi ve haftasonu farklı fiyat tarifesi vardı. Sonra para işletmecilerin iştahını kabarttı, farklı fiyat tarifesi de kalktı, artık hep tavan fiyat ödüyoruz. Yarış organizasyonunun yapıldığı Taşdelen Mesire yerine giriş ücreti de 13TL idi! İnanın doğa içinde bulunabilmek için bir bedel ödemek bana çok garip geliyor… Yoksa bir tek bana mı geliyor? Cidden kendimi keriz gibi hissediyorum!

Malzeme :
bike_kiyafetGece ve patika koşusu olunca malzeme listesi epey uzun oluyor. Hele uzun mesafe koşacaların malzeme listesinde acil durum battaniyesinden tutun da, aldıkları malzemelerin bir de yedeklerini almak ve taşımak zorundalar…
Hava kuru, ılık ve parkur düşündüğümden daha az iniş çıkışlı olunca batonları ve yağmurluğu arabada bıraktım. Malzemelerimin hepsi belimde küçük bir çantaya sığdı. Kafa lambası, 2 tüp tahin pekmez (birini yarış başında, birini de 8.k da tükettim), az miktarda bal ile karıştırdığım su (sadece 200-250ml içmişim, gece koşunca meğer o kadar susanmıyormuş…), içime uzun kollu bir içlik, altıma tight ve compression çorap giydim. Ayakkabı olarak North Face’in Ultra MT serisi. Bu ayakkabı ile ilk yarışım, çok çok memnun kaldım.

Yarış :
Organizasyona esas adını veren Challenge, zamana karşı yapılan koşular oluyor. 72 saat yarışı var mesela, Perşembe sabahı başlayan ve Pazar sabahına kadar non-stop koşmaya devam edenler demek. Koşucular yorulunca biraz dinlenip, takviye yapıp tekrar 15k’lik ring parkuruna koşmaya çıkıyorlar. Cem’le birlikte katıldığımız yarış ise mesafe yarışıydı ve zamana karşı yarışanları desteklemek maksatıyla organizasyona dahil edilmişti.

Kaydımızı hemen yaptırıp, start noktasının altında fotoğraf çekilirken birden başlama saati geliverdi. Belki 15 kişi çıktık yola. Bu sefer Cem ile beraber koşacak olmamızdan dolayı olsa gerek çok sakindim. Saatime start vermeyi unutmadım. Kulağımdaki müzik ortama çok uygundu. Herşey kontrolüm altında idi adeta.

Parkur keskin bir tımanışla başlamıştı. Belki 500 metre tırmandık. Kalbim küt küt atmaya başladı. Düzlüğe çıktığımızda da Cem iyi misin deyip kolladı beni hemen, neyse önümüz düzlüktü artık normal bir antrenaman nabzına inebileceğim demekti. Artık iyiyim dedim. Grup belli ki çok antremanlı, onlar için gece uzun, parkuru en az 3 kez turlayacaklar. Önden kopup gittiler. Cem ile ben arka arkaya sakince koşmaya başladık. Bir 500 metre daha sonra ağaçlar izin verince, sol tarafımda inanılmaz bir manzara beliriverdi. İstanbul ayaklarımın altındaydı. Adeta ayaklarım yerden kesildi. Gündüz belki de bu ışıkların geldiği binalar çok çirkin bir manzara oluşturuyorlardı, hiç bilmiyorum, ama gece inanılmaz romantik olduğu kesindi. Solumdaki bu enfes manzaranın içinden koşarak geçerken, bazen sanki tepemde biri fener yakıyormuş gibi kesintili olarak aydınlanıyordu yolumu, arkama bakma ihtiyacı hissettim, yoksa arkamdan araba filan mı geliyordu? Işığın kaynağını ararken kafamı yukarı kaldırdım ki, meğer önümü aydınlatan ay imiş! Filmlerdeki gibi ay bulutların bir arkasına girip, bir çıkıyordu… Çok acayip bir manzara idi. O an tüm kalbimle Cem’e şükrettim, iyi ki gelmişiz, iyi ki ikna etmiş beni, böyle bir tecrübe hayatta her zaman karşıma çıkmazdı…

Bu doyumsuz manzaraları keyifle izlerken, derken 2.5k gibi başıma ok gibi bir ağrı saplandı. 1k kadar manzaraları unutup, kendime dönüp, durum değerlendirmesi yaptım. Acaba tepelere bir inip bir çıktıkça çarpan rüzgar mı başımı ağrıtıyordu, halbuki terli tenimi çok güzel okşuyordu bu ılık rüzgar, hiç bir şekilde bana kötülük yapamazdı… Derken aklımı başka şeylere vermek istedim, dizler, ayaklar, eklemler ne durumda, bir bir içimi tarayıp kontrol ettim, olağan şikayetlerin dışında farklı bir şey yoktu. Neyse, sonunda kafayı başka şeylerle yormanın baş ağrıma hiç bir faydası olmadığına kanaat getirdim ve soruna geri dönmeye karar verdim. Ne olabilirdi? Ağrı gittikçe şiddetleniyordu üstelik! Derken kafa lambam geliverdi aklıma! Sahi ay aydınlatıyordu, önüm aydınlıktı zaten ama kafamda da bir lamba vardı! Unutmuştum! Acaba bu kafa lambası bandında bir sıkıntı mı var diye sorgulamaya başladım bu sefer. Elimle can havliyle bandı çektim ki, bingo! Kan tekrar beynime gitmeye başladı! Meğer kafa lambasını nedense (herhalde koşarken sallanmasın diye bir içgüdü ile) fena sıkmışım. Olacak şey değil!

Yaklaşık 1-1.5k sonra başımın ağrısı azalmış bir şekilde Cem ile yan yana geldik (o kadar nazik ki beni sürekli bekledi… bazen olduğu yerde koşuyordu o kadar yavaşladı aramız açılması diye..) Durumu anlattım, güldük… Neyse artık yol yokuş aşağı gidiyordu ve önümdeki koca taşlara konsantre olabilirdim! Yolun işaretlemesi gayet net idi. Kedi gözlü şeritler ağaçlara asılmıştı, ışığın yansımasıyla birlikte o kadar aydınlık oluyordu ki, bazen bir otobanda gittiğimi hissettiriyordu bana. 5.5k’da Cem sağa saptı. Daha doğrusu işaretler de sağa saptı. 500 metre sert bir iniş yaptık, sonra Cem geri döndü, yanlış yoldayız, dön demez mi? Önümüzdeki biri ile yanlış yolda olduğumuza ikna olmuşlar, ve o sert yokuşu gerisin geriye tırmanmak zorunda kaldık. Olsun varsın, doğada olmak zaten bu idi, sürprizlere her zaman aşikar idim. Moralim bozulmadı. Aynı sakinlikle Cem’i takip etmeye devam ettim.

Tekrar ana yola çıktığımızda, bir süre sonra karşımızda karanlığın içinden bir grup koşucu, kafa lambası hüzmeleriyle üzerimize geliyorlardı. Kulaklıklarımı çıkarıp, selamlaştım grupla, hepsi teker teker ”kolay gelsin, ha gayret, çok az kaldı dedi…” Ne enerjim düşmüştü ne de motivasyonum henüz, ama onların dilekleriyle tavan oldu. Ayaklarım karanlık içinde kendi kendilerine koşuyorlardı. Hayatımda ilk kez gerçekten kendimi bir atlet gibi hissetmiştim. Müthiş bir duygu seli idi yaşadıklarım.Biraz daha hızlandım, Cem’e yaklaştım. Cem bu sefer sol taraftaki işaretleri takip etmek için sola saptı. Allahım yine fena taşlı ve dik bir iniş. Bir kaç kez havada takla atacakmışım gibi ayaklarım yerden kesildi, sonra neyse ki her defasında yere sağlam indim… İçimden bir de bunun çıkışı olacak ona göre diyorum. Bir yandan da kendime, aman sakın haa sakat bir hareket yapma diyorum. Yokuş artık daralan ve kumlu yumuşak zeminli bir orman yoluna dönüşüyor, Cem ağaç üzerindeki 30k ve 60k işaretlemelerini görüyor. Başka bir yarışın işaretleri bunlar. 300m daha ilerleyelim, eğer işaretlerden emin olamaz isek geri dönelim diyor. Hay hay.

300m’ye kalmadan yolun doğru bir yol olmadığa ikna oluyoruz, ve ana yola dönüş için sert bir tırmanış başlıyor. Cem offline’dan haritaya bakıyor. Bu arada çocuklarla selamlaşırken çok az kaldı demişlerdi, 7.5k dönüşüne yakın olmalıyız diyorum. Ana yol üzeri karanlık, ileride sanki işaretlemeler devam etmiyor gibi, yine de tek alternatifimiz bu yola devam etmek, denemek zorundayız. Aha, nerdeyse 1k bile olmadan işte dönüş masası karşımızda! Numara ve isimlerimizi yazdırıyoruz. Saate bakıyorum. 7.5k olması gereken mesafeyi 2 kez kaybolunca, 10.08k’da kat etmişiz, yarışa başlayalı da 1 s 20 d olmuş. Eyvah! Cem ile baştan 15k için 1 s 30 d hedefi koymuştuk! Biz daha yolun yarısını ancak bu sürede geldik! Eyvah ki ne eyvah!
Biraz su içip, dönüş yoluna geçiyoruz. Geldiğimiz yolu döndüğümüz için rahattız. Artık yolu biliyoruz.

Tekrar tepelere çıktığımızda kendimi rüzgara veriyorum. Rüzgar o kadar şiddetlenmiş ki, kulağımdaki müziğin içine ritm olarak giriveriyor. Ay, bu sefer arkamda değil, önümde. Manzaram daha da nefes kesici. Bu güzellikleri bozan tek çirkinlik ise elektrik taşıyan bir kaç dev metal kulesi yığını, kendimi yanlarında cüce gibi hissediyorum. Sonra parkura tekrar konsantre oluyorum, ilk ring koşusunu bitirip, ikinciye geçmiş olanlar geliyor karşıdan, onlarla selamlaşıyorum bu sefer. Derken manzara bu sefer sağ tarafımda artık, onu izliyorum gözlerimi kısarak. Uzaklarda, abartılı olarak mavi rengi ile ışıklandırılmış bir bina var, acaba orası neresidir diye kafa yoruyorum bir süre. Boşver diyorum kendime, şehrin hiç bilmediğin bir bölgesindesin, bir fikir yürütmem ihtimal dahilinde bile değil… Arada bir tökezliyorum, taşlara takılıp çukurlara giriyorum, neyse bir sakatlığa mahal vermeden, esnek hareketlerle hallediyorum sakince. 13.k’da karşımıza bir tilki çıkıyor. Işıldayan gözlerle bize bakıyor, sonra karşıdan karşıya geçip, ağaçlar arasında kayboluyor kerata. Son zirveyi de terk edip aşağıya inişe geçerken, Cem uçup gidiyor. Halbuki benim en korktuğum şey inerken hızlanmak. Derken son 700m, son 500m. Ve çıktığımız o dik yokuşun inişi… çadır ve finiş noktası görüş alanıma giriyor… Yaşasın! Bitti iştee!

IMG-20151121-WA0019Cem’e çok teşekkür edip, onu 2. ve sonra da 3. turunu yapmak üzere uğurluyoruz. Önümdeki kız, adı Aslı imiş, benden 10 d önce finişe gelmiş, birinci o. (Tüh tüh, bak görüyor musun sen, kaybolmasaydık, hiç planda yokken 1.lik benim olacakmış! İşte hayatta bir sürpriz daha!) Ben 2. gelmişim finişe. Hayret arkamda birileri daha varmış, henüz gelmemişler. Hemen 1.lik ve 2lik kupalarımızı teslim ediyor, organizasyonun sahibi, Ultra dünyasının her şeyi çok değerli Bakiye Duran. Bundan sonra asfalt değil, patika ve çamur yarışlarına gelin, kanınıza bir kez girdi mi asla vaz geçemeyeceksiniz diye fısıldıyor kulağımıza… Zaten bizim gözlerimizdeki keyif ve pırıltıyı fark etmemesi mümkün de değil, bundan sonra organizasyonlarına aboneyiz!

Yarışın Logbook’u :

Mesafe : 17.7k
Süre : 02:13
Hız : 7.9km/h
Yükseklik değişikliği : 880m (dsc 440m, asc 440m)
Ort nabız : 163 (Peak177)
1200 kcal
Recovery time : 110 saat
(Suunto Ambit2 ile)
Hamiş :
Şimdi sırada ne var derseniz, ilk iş 2016 yarış takvimimizi yapmak olacak, sonra da ona göre antremanlara başlamak. Sürpriz olmasın, şimdiden yazayım, önümüzdeki yıl en az 1 tane orta mesafe ultra yarışı koşmak istiyorum!