Ida Run Zeus 2018

Konuk Yazar: Mümin Güneş
https://kosmumco.wordpress.com/

1-2 Aralık 2018 – Güre / Edremit
http://www.idaultra.com/

Geçen yıl bu koşuya katılmayı çok istemiştim, üç hafta kala sakatlanınca bu deneyim için bir yıl kadar beklemek icap etti. Bir yıl kulağa çok gelse de ben hiçbir şey anlamadım, paldır küldür geçti. Bi’ nevi Pringles yemek gibi, ne ara açıldı, ne ara bitti… Sonuncuyu kim yedi… Sanırım bunlar hep yaşlanma alametleri. Yarış hakkında web sayfasından detaylı bilgi edinebilirsiniz. Benim kutsal bilgi kaynağım, geçen yıl bu parkuru koşan, analitik deha Cenk Bayraktar idi. Bilmem gereken ne kadar teknik detay (hız, eğim grafiği, strateji, hava sıcaklığı gibi) varsa sindirilmiş olarak önümdeydi ve öngörüsü noktasından virgülüne gerçekleşti.  Teşekkürler Cengo!

Organizasyon, 103K ve 62K  iki ultra parkuru, 36K orta parkur ve 15K köy koşusu olmak üzere dört farklı yarıştan oluşuyor. Ben sene başında aldığım daha bilinçli koşma kararıyla, bu seneki maratonüstü mesafe kotamı doldurmuştum, RunZeus 36K / 1440+ m (2 ITRA puanı) parkuruna kayıt oldum. 15K parkuru da fazlasıyla yeterliydi ama Kaz Dağlarına kadar gidip tadını almadan dönmek istemedim, 62K için de vücudum çok yorgundu. CMT (Cappadocia Medium Trail) beklediğimden daha zor geçti ve motivasyonumu da kemirdi. Kanım bir yandan kaynıyor ama diğer yandan da ocağı alttan usulca ısıtmak lazım, taşmasın diye… Gerçekleşmeyen her beklenti duygusal yapılanma sürecini zora sokabiliyor. Benim bu konudaki stratejim, tekrar büyük bir dağa tırmanmadan önce, minik tepeleri fethetmek. Eldeki de Galata yokuşları, kim bilir kaçıncı kez aynı tepeyi fethediyorum. Bir mahallenin delisi, bir kedileri, bir de ben.. (Editör Notu: Bir de öteki  Hokacı Mustafa Gio sanırım, ayakkabı çekiyor herhalde)

RunZeus’a  hazırlanmak için – böyle söyleyince de sanki Zeus ile kapışacakmışız gibi bir his oluşuyor, öncelikle belirteyim, sevgili Olimposlular sizin çapkın tanrınızla bir derdim yok, benimki kendimle – 5 haftam vardı. Hızlıca artıp azalacak şekilde piramit grafiği bir antrenman oluşturdum, o trapeze döndü… İlk hafta sadece bacaklarımı açmak için 5 km koştum. (Buraya nokta koymak zor geliyor, cümle bile koşuya devam etmek istiyor)  Ardından zor da olsa koşmamanın keyfini yiyip içerek çıkarmaya çalıştım. Vücut ve zihin bir kez koşmaya alışınca yapmamak güç geliyor ama bir şekilde uslu durup dinlenmek lazım. Her bünyenin ihtiyacı farklı, benimki biraz daha geç toparlıyor. Kafamda sürekli sorular, acaba bu hafta kilo alır mıyım, çok mu yedim, form kaybeder miyim, keşke şunu (fermente arpa suyu) içmeseydim… Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi… Kadıköy’de en iyi lahmacunu kim yapıyor?  Ve cevap zamanı… Çinili fırın…O sığır gibi yemeğe rağmen kilo alınmıyor, çünkü metabolizma hızı da sarf edilen efora eşzamanlı artıyor. Maratonüstü koşulardan sonra vücut direnci belirgin bir şekilde azaldığı için biraz yemekle şımartmanın zararı yok, hatta içerik olarak kaliteli beslenirseniz toparlanmayı hızlandırıyor. Bir diğer mit de form kaybeder miyim? Bir haftada form kazanılmaz, aynı şekilde bir haftada da form kaybedilmez. O yüzden çok da şaapmamak lazım. Arkadaşlar Dalyan Caretta Run’da ter atarken ben yaz sonu güneşinin ve gözlemelerin keyfini çıkardım. Dışarıdan gözlemlediğim başarılı bir organizasyon, yol koşusu severlere tavsiye ederim. Evet, o partide hoplayıp zıplayıp bendim! (Editör Notu: Tehlikeli olabilir, aman dikkat :)) 

İstanbul’a dönünce hemen programa başladım ama vücudum direniyordu, kafa pragmatist vücut konformist.  Galata-Karaköy yollarını arşınlarken kimse bu adam on gün önce 63K koştu demezdi, aslına bakarsanız bir kısmını süründüm zaten ama kimsenin bilmesine de gerek yok değil mi?  5 -7 kilometre koşmak bile zul  geliyordu. Bedenimi dinledim zorlamadım, uslu uslu, minik minik… Mahalleden bir arkadaşıma İstanbul Maratonu’nun 15K parkurunda pacerlık yapacaktım ama kitini alamayınca, benim için antrenmana döndü. Seyirci desteği ve ambiyansla tekrar koşu moduna geri döndüm. Sonraki 2 hafta ortalama 60K / 1500m ile tamamlayıp son haftaya dinlenerek girdim. Koşudan önceki son Çarşamba 5K orta tempo ısınma koşusu yaptım. Performansıma en çok katkı sağlayan şey ise suçluluğunu en çok hisettiğim şey oldu: Son hafta boyunca sığır gibi yiyip içmek. Markete giriyorum boza çıkmış bana göz kırpıyor al beni… Arkadaşın yanına uğruyorum önümde bir kadeh kırmızı ayran… Eve geliyorum daha beş ay olmasına rağmen malt arkadaşlar bana sürpriz doğum günü hazırlamışlar… Pizza da güzel şey vesselam… Haydi hayırlısı! Keşke göbeği de 15K’ya kaydettirseydim ayrı bir birey olarak. Ama koşu günü gördüm ki, Zeus gibi tanrı falan değilseniz, bedeninizin isteklerini dinlemekte fayda var. Katılık kırılma ile sonuçlanır, esneklik eski haline döner…(Editör ağır tahrik sonucu kazandibi yemeye gitti!!)

36K Yarış 

Son hafta kafamdaki asıl soru, tabii ne giyeceğimdi. Bir hafta boyunca hepimiz hava durumunu yakından takip ettik: Çarşamba, Perşembe ve Cuma soğukla birlikte sağanak yağış, koşu günü de bulutlu veya açık 7 derece gösteriyordu. Instagram anlık hikayelerinde Polat Dede, bu dere taşarsa bir çözüm üreteceğiz diyordu. Mayo şort da alsak mı acaba? 7 derece nasıl bir şey elle tutulur mu, yenir mi, anlamak için günlük kıyafetle hava durumuna göre testler yaptım. İstanbul 9-10’ları görmüştü, çok üşümediğimi anladım. Sonra bir yerde okuduğum bir bilgiye göre ideal maraton koşma ısısı 7 dereceymiş ve giyiminizi mevcuttan beş derece daha sıcak olacakmış gibi planlayın diyordu.  Evren göz kırpıyor, hadi iyisiniz gençler…Stratejimi şort, ince t-shirt, kolluk ve eldiven şeklinde belirledim. Isınırsa çıkarırır, soğursa takarım diye düşündüm. Bir aksilik olursa çantamda uzun kollu tayt ve yağmurluk hazır bekliyordu. Güre’ye vardığımız akşam bir anlığına pişman oldum, keşke windstopper membranlı üstü getirseydim diye içimden geçirdim ama ertesi gün gerek olmadı.

İstanbul’dan Güre’ye varmamız, IDO’nun son dakika seferleri iptal etmesi ile maalesef tam günlük bir aktiviteye dönüştü. Sabah 11:30’da Esenler otogardan binip 20:00’de Güre’deydik. Yol boyu top kek, ihtiyaç molası, cips, dökülmesin diye yarısına kadar doldurulan nesgayfe… On saat koşmak, on saat otobüsle seyehat etmek kadar bıktırmıyor beni. On, on beş dakikalık bir yürüyüş ile IDA Form Termal’e giriş yaptık. Yeni bir otel, kimi eksiklikleri var ama fiyat/konum/kalite olarak bence en mantıklısı oydu, kimi sorunları görmezden gelerek memnun kaldık. (Sonra benden mükerrer ödeme aldıklarını öğrendim, geri iade etmediler, pişman oldum.) Bahçede, sağda solda bir sürü toparlak kafalı minik kedi var, gördükçe insanın gülümseyesi geliyor. Etkinliğin ana merkezi Güre kapalı spor salonunun hemen dibinde. Yeme/içme konusunda biraz zayıf ama on dakikalık mesafede seçenek çok.

Gerekli malzemeleri gösterip yarış kitini teslim aldım. Bu sene organizasyon sağlık raporu ve zorunlu malzeme konusunda tekrar tekrar uyarıda bulundu, aman dikkat, mağdur olmayın. (Bu titizliği her daim destekliyorum.) Kavram kargaşası olmasın diye organizasyona mesaj attım, ben tişört ve kolluk ile koşuyorum, uzun kollu gibi değerlendirilir mi diye. Sağolsunlar anında cevap geldi, Mümin bey, uzun kollu içlik zorunlu, ister üstünüzde ister çantanızda olsun da ceza almayın. Profesyonellik mühim, teşekkürler Polat Dede! Kit teslim sorunsuz bir şekilde 5 dakikada bitti, Allah sizi inandırsın Geyik muhabbeti değil, drop bag bile var!

Küçük bir tavsiye, kapalı spor salonunun sağ koridoru drop bag teslim zamanında çok karışık ve yoğundu, belki bir iki arkadaş ile desteklenebilir. Koşu sabahı iğne arayanlar da biraz göze çarpıyordu. Tişörtleri çok beğendim, elinize sağlık! Bilsem mavisi için bir kez daha kayıt olurdum.

Akşam yemeğini, Koç Healthcare atletizm ekibi ile birlikte otelde yedik. Yarım tabak makarna ve patates kızartması ile geçiştirdim. Bol bol sıvı aldım, sadece hidrasyon için değil kanalizasyonu da düşünerek. Sabah güne ne kadar hafif başlarsam o kadar iyi gidiyor.

Çantamı, giyisilerimi, jellerimi akşamdan hazırladım, sıcak bir duş alıp yatmayı düşünüyorum. Küveti doldururken bir on dakika daha düşünmeye devam ettim. Musluğu sağa sola kaydırdım, yeniden düşündüm. Olmadı. Her şey zihin gücü ile olmuyor. Termal otelde sıcak su yok. Her şeyi devletten beklemeyin, yatın. ‘Yattım ama uyuyamadım. Bir sağa bir sola dönüyorum. Emekli albay gibi takacak mevzu arıyorum. Dışarıdaki fanın sesi, oda kuru, yatak yana mı eğimli, yastık mı alçak, yahu kumandanın jelatinini kim çıkardı, düğmelerin arasına kir doluyor…ama olmaz ki öyle! Nesgayfe ve kaygı yan yana gelince insan sorun üretmede de üretken oluyor… Sızıp kalmışım.

Sabah, alarmla birlikte zımba gibi uyandım. Hemen bir dilim ballı-fındık ezmeli ekmek, su ve destek vitamin, birinci adım tamam. Hayatımda ilk defa bu sene su toplaması neymiş fena bir şekilde tecrübe ettim, hazırlıklı geldim. Patilerimi güzelce yıkadım, kuruladım. Saç kurutma makinası ile iyice nemini aldım. Cici pabuçlarımın vurmasını öngördüğüm yere benzoin tinktür sürüp hypafix uygulayacaktım, antrenmanlarda öyle yapmıştım, şişe dökülmüş. Kinesio bantlardan iki parça kesip ayak iç kesimlerine güzelce germeden yapıştırdım. Decathlon’un sürtünme karşıtı kremini güzelce sürüp İnjinji’nin mid-crew çorapları giydim. Tombik parmaklar bana bakıyor, hazır mıyız genşler?

Otelden çıktığımda, havanın serinliği kendini hisettiriyor, endişeleniyorum, çok mu cıbıl, çok mu yazlıkçıyım acaba diye. Çoğunluk Bridget Jones tadında kat kat giyinmiş arkadaşlar geziniyor ortalıkta. Çantamı teslim edip hemen otobüse bindim soğuktan korunurum diye. Şansa, mahallenin en tatlı abisi Önder Aydemir (insta @hopbalala) de aynı otobüse bindi, sohbet ede ede yarışın başlangıç noktası olan Yeşilyurt köyüne vardık. (Yol yarım saatten biraz fazla sürüyor.)

Otobüsten indiğim gibi yokuşu tanıyorum, Cenk’in bana sürekli sözünü ettiği arkadaş. Biraz boylu postlu ama koşulmaz değil. Karşılıklı birbirimizi süzüyoruz. Önder ile vedalaşıp başlangıç noktasında yerimi alıyorum. Ciddi kalabalık. Motivasyonum tama olarak nerelerde kaldı emin değilim ama hedefim ilk yirmide bitirmek. Hastaneden bir arkadaşımla sohbet ederken, biri ayağıma basıp aaa Hoka mıydı o diyor. (Editör Notu: 98. saniye :))

Gülüşmeye başlıyoruz. Her koşunun neşe ve eğlence dinamoları Team.Run.Bo’dan Bike ve Ersavaş, yanlarında Elena, Ümithan, ayak üstü sohbet ediyoruz diğer yandan da fotoğraflar çekiliyor. Polat Dede, otobüslerde küçük bir gecikme var,  yarışı beş dakika geç başlatacağız diyor ama heyecan çoktan başladı. Saati ayarlayayım, şunu çekiştireyim derken ‘hop’ bir baktım koşuyoruz. Yarış köy içinde taşlık bir yoldan dik bir eğim ile başlıyor ve tırmanış yaklaşık 2,5 km boyunca devam ediyor. Bu seneki antrenmanlardan yokuşa alışkınım temkinli değil süratli başlıyorum. Her şey yolunda. Sağlı sollu tezahüratlar, fotoğrafçılar yukarı doğru koşuyoruz. Daha birkaç yüz metre geçmeden önde yirmi kişiye yakın bir grup beliriyor ve uzay mekiği gibi ana gövdeden ayrılıyor.

Hızımı arttırıp öndekilere yetişiyorum, tempoyu onlara göre ayarlıyorum. Onlar yürüyüşe geçince ben de yürüyor, onlar koşmaya  başlayınca ben de koşuyorum. Evet, yanlış, kendi yarışımı koşmam lazım ama bazen uçan kazları taklit eder gibi enerji ekonomisi adına öndeki pacer belirlediğim kişiye göre hareket ettiğim oluyor. Eğim grafiğinde bu kısım sert gibi görünse de tamamen koşulabilir bir parkur çünkü önde hız kesmeyi gerektirecek bir engel yok, hatta bu cümle parkurun %90’ı için söylenebilir. Çalı çırpı, taş vesaire ile mücadele etmiyorsunuz. Aralıklı asfalt ve taşlı yol, bir iki dere geçişi ve patika alan, çokçası toprak yol koşusu gibi düşünün. Parkur müthiş hızlı. İlk bölümdeki tırmanıştan sonra 10. km’ye kadar kesintisiz yokuş aşağı hızlı koşabileceğiniz bir alan var. Bir ara Ayhan Esen yanıma geldi, selamlaştık, Mümin hızlı gitmiyor musunuz 36K için dedi ve ben de şüphe ettim. Aslında kısmen yavaş bile sayılırdık.

Yol bitiminde kısa dik bir inişle Zeytin bahçesine giriliyor, oradaki toprak zemine dikkat. Ardından minik bir dere geçişi var ve parkurun trail olarak adlandırılabilecek kısmı başlıyor. Bu alanda yolunu kaybedenler olmuş ama aslında işaretleme oldukça sık ve düzgün. Biraz dikkatli olmak gerekiyor, bant rengi yeşille çok kontrast oluşturmuyor.

Tam düz bir alana çıkmıştık ki Polat Dede, Fatih Topçu ile karşılaştık, işaretleri kontrol ediyorlardı. Boynunda metal dikeni ile bir çoban köpeği önce Mert Onaran’a doğru sonra bana doğru bir hamle yaptı. Hemen siz yetkili bir abiye benziyorsunuz pozisyonu alıp yürümeye başladım. Polat Dede, yok ısırmaz dediyse de, kilo vermenin başka yöntemleri var deyip o kısmı yürüyerek geçtik. Adatepe’ye doğru tırmanışa başladığımızda çişim geldi. Bir kilometre kadar daha sabredip toprak yola çıkınca, bir sote buldum ve mutluluğun ne kadar basit ve sıcak olduğunu keşfettim. Bir dakikalık bekleyişin bedeli ağır oldu, ön grupla temasımı kaybettim. Belirsiz bir tempo ile Rundamental ekibinden bir arkadaşı izleyerek Adatepe’ye girdim. Önümde kocaman bir finish yazısı ve seyirciler yolu kapatmış. Dumur oldum, yanlış mı geldim acaba diye şaşırdım. Sonra bir görevli kalabalığın ardından seslenip istasyonu gösterdi. Powerade’i boşaltıp su doldurdum. Tövbe bir daha bunları içersem. Midemi yine haşat etti. Kafa kalın geç öğreniyorum. Biraz çubuk kraker yiyip, sulandırılmış kola içip yola koyuldum. Ayhan, yarışı bitirmiş, destek oluyordu, iyi gidiyorsun pozisyonunu koru. Aslında çiş sonrası mental durumum, o çıbık krakerleri kolayı alıp kanepeye uzanmak istiyordu, tabii orada bunları anlatmamın bir manası yok. Adatepe’den hedeflediğimden iki dakika daha erken çıktım ve tekrar yola koyuldum. Bu kısımda geriye doğru bir u çizip sonra ana yoldan sağa dönüyorsunuz. Neden belirtme ihtiyacı hissettim, insanın kafası karışıyor, nasıl yani geldiğim yerden mi gidiyorum, bir yanlışlık olmasın vesaire şeklinde…

🙂

Yassı büyük kayalardan oluşan bir alandan geçip, kayalıklı bir patikadan kısa bir iniş yapıp tarlalar arasından uzun bir toprak yola giriyorsunuz. Süratli gitmek için çok elverişli ama önümde ne havuç ne tavşan kalmadığı için dağınık bir tempoda ilerledim. Sonrasında bir süre ana yoldan devam edip köpek kulübesinin yanından geçip meşhur dere geçişine geliyorsunuz. Bu kısmı bir arkadaş ile birbirimize eşlik ederek geçtik. Önümüze dere çıkınca tereddüte düştük. Ben bir elli metre paralel gideceğim işaret yoksa sana seslenirim, karşıya geçeriz dedim. Çalı çırpı arasında eski medeniyetlerin izini ararken, o seslendi bu taraftan diye. Beş altı kişilik bir grup bize yetişmişti ve buz gibi sulara daldık. Çok da iyi geldi. Bacaklarım rahatladı. İnce bir beton duvar üzerinden tek sıra gidip, tahta merdivenlerden indik ve meşhur Roma köprüsüne tırmandık. Orada Goshots  ekibi hazır bekliyordu. Tam düğünde çok içmiş kayınço pozu vermeye hazırlanırken arkadaş kamerayı çekti, benim dudakta da ama ya burkulması oldu. Yüzümdeki ifadeyi görünce kamerayı aşağıdan tutup en efsane koşu pozumu çekti  teşekkür ederim. Önemsiz, yüzeyel bir ayrıntı gibi görünse de bu kareler koşu sonrası o anları bize tekrar yaşatıyor. İznik dolaylarında bu anı para ile yaşatanlar da varmış…mış…mış…

Köprüden sonra hava bir serin bir sıcak gitti. Koşucular arası mesafe yine seyreldi. Ben de önümdeki arkadaşın temposuna ayak uydurarak yer yer koşup yer yer yürüyerek devam ettim. Hiç beklemediğim bir şekilde beni en çok zorlayan 25 km’deki iniş oldu. Normalde uçarak gideceğim bu alanda dizlerim ve IT bandım zorlandı. Yer yer durup esneterek devam ettim. Doyran’a doğru çıkışta dizlerim tekrar rahatladı. Yürü koş, dinlenerek son CP’ye vardım. Midem çok bulandığı için pek bir şey yemeden yanıma birkaç çubuk kraker alıp sularımı tazeleyip oyalanmadan yola çıktım. Tepede serinlik biraz hissettiriyordu o yüzden beremi taktım. Yavaş tempo koşarak devam ettim. Çok güzel bir eğim, manzara da müthiş. Yanıma biri yaklaştı, hadi Güneş koşalım dedi, ismini daha sonra öğrendim Mehmet Bürge Bilgin’miş. Abi benim motivasyon iyice düştü seni oyalamayayım dedim. Hadi, olduğu kadar dedi. Sağolsun onun sayesinde tırmanışı koşarak bitirdik. İnişte ben yine rölantiye aldım gidiyordum ki arkadan biri müthiş süratli gelmeye başladı. Bu nasıl enerji, bu nasıl iştah demeye kalmadı, bir baktım kendisi Elena Polyakova. Tabi ki ya! Boşuna bu kadar başarılı değil. Onun ivmesi ile ben de gaza geliyorum ve son inişte tempoyu arttırıyorum. Tam köye girdiğimizde minnak bir köpek – evet, yine köpek- önce Mehmet Bilgin’in peşine takılcakmış gibi yapıyor, o çok hızlı yetişemiyor. Sonra benim peşime takılıyor. O kadar minik ki gülmemek için kendimi zor tutuyorum. O neşe ile Altınoluk köyüne giriyor ve 03.56.31 ile bitiş çizgisinden geçiyorum. Çok güzel bir köy ama bitişte yine ambiyans her koşuda olduğu gibi zayıf. Kız arkadaşım birkaç fotoğrafımı çekiyor, köy kahvesinde oturup efsane bir gözleme yiyip üstümü değiştirip servis ile Güre’ye dönüyorum.

Temiz hava, zeytin ağaçları,hızlı bir parkur, dostlar ile eğlenceli bir gece, süper lezzetli bir paşa kahvaltısı gibi etiketler ile Ida Ultra macerasının tadı damağımda kalıyor. Yarışı beklediği gibi bitirenlerin çok olumlu bahsettiği, hayal kırıklığı yaşayanların da tü kaka dediği kısımlara hiç değinmeyeceğim. Şüphesiz ikisinde de duygusal çarpıtma katsayısı çok fazla. Detaylarına girmeden, kabaca gözlemim, başarılı bir organizasyon. Bu seneki muazzam katılım da bunu onaylar nitelikte. Artıları, eksileri tartıp Polat Dede ve Rossist ekibi önümüzdeki yıllarda bu yarışı daha da iyi hale getireceklerdir. Emekleri için çok çok teşekkür ederim.

Ayrıca, her deneyimi biricik kılan tabi ki duygulardır, bunun için de bana bu parkurda fotoğraf makinası ile eşlik eden kız arkadaşım Cansu Kızıltaş’a, Koç Healthcare atletizm takımına, efsane foto için Goshots.net ekibine, sıcaklıkları ve samimiyetleri ile gönüllerde taht kurmuş Team.Run.Bo’lara teşekkür ederim.

Seneye görüşmek üzere,

Sevgiler, saygılar…

ida