Manavgat Ultra Trail 66K

İnsanin bir yarışa zaafı olur mu? Her yıl dönüp dolaşıp Manavgat’a, kör kütük aşıklar gibi geri dönüyoruz. Nasıl bir aşksa artık bu!

Belki de 5 yıl önce ilk orta mesafemi burada koştuğum için bendeki önemi bambaşka. Türkiye’de koşmadığımız parkur kalmadı, elbette hepsinin yeri ve önemi farklı. Fakat işte, Manavgat’sız bir sezon düşünemiyorum.

Yine gittik mi kürkçü dükkanına? Gittik!

Bu sefer hava sürpriz yaptı. Sabah startta penguenler gibiydik, soğuktan uyuştuk resmen, sonra da tüm gün aynı şekilde kaldık. Antalya’nın bu kadar soğuk olabileceğini biri anlatsa cidden inanmazdım.

Kendi çapımda 66K’ya niyet edip, hatta kayıt da olup, sonra da sezon başında nereye?? diye yine kendime bir ayar yapıp, fabrika ayarlarıma hemen geri döndüm, 4. Kez 35-38K mesafesini koştum.

İlk 38K Oymapınar’a kadar olan yolu artık sanırım gözüm kapalı koşabilirim. Ama işte o papatyalar, envai çeşit rengarenk bahar çiçekleri, portakal, limon ve tabii ki canım zeytin ağaçlarımı tekrar görebilmek… hatta katır tırnakları, sanki sırf benim için o gün taze açmıştı. Onlar da beni seviyor galiba 🙂

Muazzam bir coğrafya Manavgat!

Hani şurda biz bizeyiz, biraz objektif olalım, bu yarış yurtdışında olsa bayılırdınız. Yerli işlerin emek ve enerjisini de takdir etmek gerek. Bu kadar bütçeye bu kadar organizasyon. Eksiklikleri bulmak olmamalı ilk derdimiz, arasan her türlü bulursun, fakat devam etsin, zamanla varsa hatalar düzelir ama biz Manavgat’sız kalmayalım hiç.

Bizim Manavgat’a duygusal bağımız malum. Fakat dedik ki, ultra camiasına yakın ama pek de içinde olmayan ve Manavgat’ta tarih yazan birine teslim edelim raporumuzu.

Necdet Ülker.

Adam başlı başına kitap gibi biri. Sırf Berlin maratonu raporundan kitap olur. Bazı yerlerinin altını çizerek filan okudum. Anlamadım, başa döndüm, bir daha okudum. Bu adam kendi deyimi ile bir ultracı değilken, Manavgat’ın o zorlu 66K’sında fırtına gibi esti.

Tarihe not düşelim. Necdet, hangi yarışı koşsa bence adından söz ettirecek. Dileğim onu daha sık tozlu ve çamurlu patikalarda görmek. Umarım UTMB hayalini adım adım gerçekleştirir.  Onu da şahane koşacak, eminim.

Şimdi artık klavyeyi ona bırakalım. Bakalım neler oldu bitti, o buz gibi Manavgat patikalarında?

Teşekkürler Necdet, bu paylaşımınla kim bilir kaç kişiye daha ilham olacaksın. Ayaklarına sağlık. Yolun ve patikaların açık olsun.

Team Run.BO adına, Bike


Manavgat Ultra Trail 66K
http://www.manavgatultra.com/
08 Şubat 2020,Manavgat

Merhabalar. Bu rapor, okuyanlar için biraz farklı karşılanabilir. Bu nedenle, baştan uyarımı yapmak isterim. Kendimi nasıl tanımlayabilirim emin değilim ancak kesinlikle bir ultra maratoncu değilim. Zira, koştuğum ultra maraton geçen cumartesiye kadar henüz yoktu. Maraton mesafesine en çok yaklaştığım yarışımı 2019 temmuzunda Bulgaristan’da, Tryavna’da koşmuştum. 2017 yılında Kapadokya kısa parkurunu, geçen kasım sonunda ise Kaz Dağları’nda 36K parkurunu koştum. Dahası, ultracıların hac merkezi İznik’e hiç gitmedim, 2022 edisyonundan önce de uğrayacağımı sanmıyorum. Çünkü, en azından şimdilik, kendimi bir yol koşucusu ve maratoncu olarak adlandırıyorum. Ancak dediğim gibi, bundan da emin değilim. Koştuğum yol maratonu sayısı da henüz iki çünkü. Aylık minimum 300K koşmaya çabalayan biri için bu kadar az yarış koşmuş olmak yarış seçmekle alakalı olabilir. Yarışmayı sevmiyorum.

Manavgat Ultra’ya geçen yıl destekçi olarak katılmıştım. 12K parkuruna kayıt yapmıştım ancak henüz tedavi sürecim devam ediyordu ve maraton programını daha fazla ötelememek adına koşmamaya karar vermiştim. Sonrasında çok pişman oldum.

Tecrübem olmadığı için, başkalarına artık sıradan gelen görüntüler, mesela 12K parkurunun tamamlandığı noktadaki atmosfer ya da 38K finişine arabayla yol alırken geçtiğimiz güzergah falan, bana abartılı derecede güzel gelmişti. Bunun, uzun süredir bu tip atmosferlerden uzak kalmakla da alakası olabilir tabii ancak sonrasında Ida’yı, Sapanca, Bursa ve Tryavna’yı da gördüğüm için şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Manavgat şu ana kadar gördüğüm en büyüleyici rotadır.

38K rotasını finişe gelen arkadaşlarımdan, 66K rotasını ise sizin yarış raporlarınızdan, Team Run.Bo sitesinden okuyarak öğrendim. 2018 yılındaki hızlı rota, eklenen teknik kısımlarla birlikte 2019 yılında daha zor bir hale dönüştürülmüştü, bunu biliyordum.

Geçen yılki planım buraya, Manavgat’a 38K parkurunu koşmak için dönmekti. Ancak, yıl içerisinde koştuğum onca yarış ve antrenman rotasından sonra kafamda uzun bir projeksiyon belirdi ve ilk uzun ultra maratonumu Manavgat’ta koşmaya karar verdim. Projeksiyonumdaki uğraklardan biri 2021 yılındaki CCC. Bu yarışa katılmak için altı ITRA puanı almam gerekiyor ve puanları ne kadar erken alırsam o kadar iyi olacak, çünkü mart ayı itibarıyla uzun bir maraton döngüsüne gireceğim ve gelecek yıl nisan sonuna kadar da çıkamayacağım bu döngüden. CCC için gereken 6 puanı şubat ve mart aylarındaki iki uzun ultra mesafede toplayacaktım. İlki Manavgat 66K, diğeri ise takımca katılacağımız Chianti 73K. Sonrasında, hiçbir güç beni 13 ay boyunca ultra mesafelere sokamayacak. Tek istisna dışında. Aladağlar. Taze haberi geldi, ayrıntıları heyecanla bekliyorum.

Yarışa gelirken tek amacım o üç puanı almaktı, bunu başardığım için oldukça mutluyum. Umarım İtalya’da da bir terslik çıkmaz ve düşük bir ihtimal de olsa CCC için kuraya katılabilirim.

Önceki hafta mevsim normallerinin üzerinde seyreden sıcaklığın perşembe gibi düşeceğini ve haftasonunda bizi serin bir havanın beklediğini biliyordum. Bu nedenle, yarış sabahına kadar giymeyi düşündüğüm şort ve kısa kol termal içlik kombinasyonundan kahvaltı için dışarı adım attığım anda vazgeçtim. Uzun tayt ve uzun kol içlik giydim, ilk bir kaç kilometrede kullanmak üzere de ince bir yağmurluk aldım yanıma. Güneş gözlüğü, Ayhan Kaptan’dan aldığım eldiven takımı, ön kısmında, birinde 50 cl su, diğerinde 50 cl elektrolit-karbohidratlı izotonik karışım bulunan flaskları taşıyan, arkasında yağmurluk, acil durum battaniyesi, kafa feneri, bardak ve sargı bezi taşıyacak kadar hacme sahip Salomon Agile 2 model sırt çantası, belimde ise altı adet 30’ar gram karbo jel, yine Ayhan’dan altı tuz hapı, 50 gram 4/1 oranında karbohidrat-protein içeren recovery tozu, 10 gram BCAA içeren bir promosyon ve cep telefonu taşıyabilen üç bölmeli Naked Belt vardı. Ha, ayakkabılarım da Hoka One One Speedgoat 3.

Berlin Fuarı’ndan aldığım o cici kafa bandımı henüz yarışın ilk çeyreğinde, ayakkabı bağcıklarını bağladığım bir esnada düşürdüm, en azından böyle olduğuna inanmak istiyorum. Zirvedeki sert rüzgardan korunmak amacıyla yanıma bir buff aldığımı düşünüyordum. Ne var ki onu da otel odasında unutmuştum.

Yarış rotasındaki atmosfere çok girmemeye çalışıcam, zira önceki yıllarda yazılan raporlar oldukça detaylı ve keyifli bilgiler içeriyor (ziyadesiyle girmişim). Koşarken çevresine çok dikkat eden biri de olmadığımdan, raporun yazımı için benden ricada bulunulduğunda yaptığım ilk iş raporları tekrar okumak oldu. Ne neredeydi falan aklımdan çoktan çıkmışlardı. Keza, Garmin Connect uygulamasındaki yarış kaydını da uzun uzun inceledim. Raporda üstünden geçeceğim pek çok şeyi ancak böyle aktarabiliyor olacağım anlayacağınız.

Yarışa yaklaşık 2 dakika geç, en arkadan başlamak zorunda kaldım. Drop bag’den çıkarırken yere düşen gözlüğümün bir sapı çarpma esnasında yerinden çıkmıştı. Onu bulmaya çalışırken start verildi. Neyse ki sap cebimden çıktı da yerine takıp başlamam çok zamanımı almadı. En geriden başladığım için henüz ilk kilometrenin sonundaki patikada trafiğe takıldım. Ardından tekrar ve tekrar. Ancak, her defasında trafik azaldı. Yarışa katılımın az olduğunu da bu şekilde anlayabiliyorsunuz. Ulaşımı oldukça kolay olmasına rağmen katılımın bu sene az olması üzücü, özel bir ilgiyi hakediyor Manavgat Ultra.

Yarışı üçe ayırabiliriz ki her üçü de bir parkurun tamamlanması ile birbirine bağlanıyor. İlk 12K nispeten düz, sonundaki sert tırmanış dışında son derece hızlı bir yapıya sahip. Daha ilk kilometresinde tarihi kalıntılarla karşılaşmaya başlıyorsunuz ve yol boyunca su kemeri, antik bir köprü ve onlarca tarihi yapıyı geride bırakıyorsunuz. Seleukeia antik kenti, adını verdiği kısa parkurun zirvesinde yer alıyor. Oraya ulaşmak için dediğim gibi dik bir tırmanış yapıyorsunuz. Yer yer ellerinizi de kullandığınız bu bölüm zorlayıcı değil ama.

İkinci bölümün büyük kısmını baraj gölleri oluşturuyor. Bu kısım da oldukça hızlı. Yirmili kilometrelerin ilk yarısında, yani ikinci CP ve devamında inişli çıkışlı patika yol bulunuyor. Burası da zorlayıcı ve teknik sayılmaz. Keyifle koşabileceğiniz bir kısım. Yarış boyunca limitlerimi zorladığım iki yerden biri bu kısım. Bu tip, iniş çıkışlı, hoplamalı zıplamalı patikalarda kendimi hep zinde hissederim ve istemeden de olsa hızlanırım. Bu kısımda yapmış olduğum tempo sayesinde yarışın kontrolünü elime aldığımı hissetmeye başlıyorum.

Patikanın ardından Manavgat Baraj Gölü kıyısını takip ederek, birbirine komşu iki köyün içinden geçiyoruz. Buralar toprak ya da stabilize yol, etraf açık olduğu için hafif rüzgarlı. Sanırım, Oymapınar Köyü ile birlikte uzun bir tırmanışa başlıyoruz. Buraya kadar işaretlemeler mükemmele yakın, keza sonrasında da. Ancak, Oymapınar Barajı Santrali yoluna girmeye yakın, işaretlemeler azalıyor. Bunun nedeni yarış sabahı işsiz bir grubun işaretleri sökmüş olması. Etem ve bir kaç gönüllüyü acele şekilde işaretleme yaparken görüyorum. Zamanları dar olduğu için ellerinden geleni yapıyorlar. Geçilen dört ya da beş kilometre boyunca işaretleme zayıf kalmış olabilir ancak bu durumun organizasyonla alakası yok.

Baraj yoluna çıkılırken oldukça rahatım çünkü alışık olduğum bir profilde, hafif eğimli bir şekilde, asfalt yolda koşuyorum. Şimdiye kadar çok kişiyi geride bıraktım ancak henüz Cevdet Abi’yi görmüş değildim. Onu da 38K finişine bir kilometre kala, tünellere girmeden, uzaktan görüyorum. CP’ye beraber giriyoruz. Beklediğimden daha kısa sürede CP’ye ulaştığım ve yarışı önde götüren Cevdet Abi’yi planladığımdan önce yakaladığım için burada, 38K’daki CP’de acele etmiyorum. Aklım bir yandan da “acaba” larda çünkü. Ultra maraton tecrübem olmasa da geçen bir yıl içerisinde 4 defa granfondo’ya katılmışlığım oldu ve kendimi iyi tanıyorum. 66K için henüz kas glikojen depolarım yeterli kapasiteye sahip değil. Daha fazla yağ yakabilmem de lazım. Haliyle, 38K’ya bu kadar kısa sürede ulaşmış olmak yanlış bir strateji de olabilir. Benzer hataları granfondolarda sayısız kere yapmıştım.

Aklımdaki plana göre 50 küsür kmlerdeki zirveye kadar önde olmama gerek yok. Yarışın kalan yarısına ilişkin bilgim geçen yılın yarış raporu ve yarış numarasına işlenmiş olan profil. Raporda zirvenin ardından keyifli bir inişten bahsediliyor ki profil de bunun destekliyor. Teknik olmadığı sürece o inişte kayda değer olmayan bir farkı rahatlıkla eriteceğimi biliyorum. Bilmediğim şey ise yarışın kalan yarısı işte. Attığım her adım benim için yeni bir adım.

Üçüncü bölüm, ya da yarışın ikinci yarısı madalyonun diğer yüzü gibi. İlk 38K ne kadar hızlı ise, kalanı da bir o kadar zorlayıcı ve yavaş. Şimdiye kadar üç jel, üç tuz hapı, bir buçuk litre su, 50 cl de izotonik karışım tüketmişim. CP’de biraz kola ve su içiyorum. 4/1 oranındaki karbohidrat-protein toz karışımı bir flaskıma koyup su ile karıştırıyorum. Yol üzerinde bir defa tuvalet için durdum. İlerleyen zamanda bir defa daha duracağım.

Beş dakikalık duraklamanın ardından yola çıkıyorum. Bu arada unutmadan. Yarışın ilk yokuşlarında Aykut Hoca’nın son Spartatlon raporunda yazmış olduğu gibi koşabilecek durumdayken bile yürümeyi tercih ettim ve yine koşmakta zorlandığım toprak yollarda da Ultra Kitap’taki 20 adım koş, 20 adım yürü stratejisini kullandım. Bu yöntemler cidden işe yarıyor.

40. kilometrede Cevdet Abi’yi tekrar yakalıyorum. Birlikte koşmaya başladığımız nokta aynı zamanda ilk zirveye çıkılan teknik tırmanışın başı. O önde, ben arkada yaklaşık yedi kilometre gideceğiz. Bu yedi kilometre bir zirve tırmanışı ve inişi içeriyor ki koştuğumuzu hiç hatırlamıyorum. Bir saati aşkın bir süre, oldukça teknik olan bu segmentte ilerliyoruz. Bu bölümde zemin kuru, tırmanış esnasında sivri kayalıklar, inişte ise çarşak zemin var. Dik inişin ilk kısmı yoğun olarak ağaç dal ve kökleri ile dolu. Kalanı ise çarşak ve açık. Zirveye çıkışta duyduğumuz uğultu muazzam. Rüzgarın gücü büyüleyici.

Bu kısımda Cevdet Abi’yi bir öğrenci gibi takip ediyorum. Birlikte koştuğumuz bu bir saat benim için hızlandırılmış bir ultra eğitimi. Nereye, nasıl basıyor, nasıl çıkıp, iniyor falan. Ne aralıkla su içiyor, hepsini takip ediyorum. Onu bu parkurda geçmemin imkanı yok. Beni iki yüz metre sonra yakalayacağının farkındayım, buna göre hareket ediyorum. İnişler, tırmanışlardan daha zor ve hatta bazen daha ağır. Ağır vasıta araç gibi hangi tempoda çıkıyorsak aynı tempoda iniyor gibiyiz. Yine de belirli bir tempo var, nabzım çarşak zemine kadar yeterince düşmüyor.

Karşımızda Manavgat Barajı manzarası eşliğinde iniyor ve teknik segmentler arasında kalan yaklaşık iki kilometrelik toprak yola ulaşıyoruz. Burası da teknik segment öncesindeki yol gibi belirli bir eğime sahip ve sürekli olarak koşma imkanınız yok. Öncesinde Cevdet Abi’yi nasıl yakaladıysam aynı şekilde koşup yürümeye başlıyorum ve bir süre sonra Cevdet Abi’yi geride bırakıyorum. İçimden bir ses bu imkanı bir daha bulamayacağımı söylüyor ki haklı çıkıyor da. Yaklaşık iki kilometre sonra öncekinden çok daha sert, dört uzvunuzu da kullandığınız tırmanışa başlıyoruz.

Kilometreler ilerledikçe güçten düşeceğimi ve Cevdet Abi’nin güçleneceğini biliyorum. Haliyle yarış öncesi yapmış olduğum strateji çoktan anlamını yitirdi zira, uzmanlık alanım olan düzlüklerdeki avantajım ortadan kalkacak.

50. kilometrede, zirveye bir kilometre kala CP’ye varıyorum. Bir öncekinden çıkalı iki saat olmuş. Bu iki saat içinde oldukça kurak bir bölgeden geçtim. İnişteki çarşak zemin ve akabinde gelen toprak yol boyunca yoğun güneşe maruz kaldım ve evet, sanırım bu kısmı en hızlı geçen koşucuyum da. Ben dahi iki saati aşkın sürede ancak tamamladım. Arkamda yer alan arkadaşların bu çok teknik kısmı üç hatta dört saatte tamamladıklarını düşünürsek, iki CP arasının biraz fazla uzun olduğunu düşünüyorum. Gerçi, CP için ulaşım yolu da yoktu ama sanki çarşak zeminin bitişinde, toprak yola çıkılan noktaya, küçük bir su istasyonu konulabilirmiş.

Susamış değilim. Yakın zamanda hiponatremi üzerine yeterince makale okumuştum ve böyle bir sıkıntı yaşamayacağımı biliyorum. Nem ve sıcaklığın yüksek olmadığı koşullarda saat başına yarım litre su yetiyor, fazlasına gerek yok. CP’de bir flaskıma döktüğüm 10 gram BCAA ile suyu karıştırıyorum. Diğerinde sadece su var. İstasyona gelmeden beşinci jelimi tüketmiştim. Bir adet karbo jel ve iki tuz hapım kalmış durumda. BCAA ve su ile finişe kadar gidebilirim diye düşünüyorum çünkü kalan 15 kilometrenin sadece ilki tırmanış, kalanı iniş. Aklımda artık yedi saatin altında parkuru tamamlamak var, ki bu hayal CP sonrası girdiğim toprak yolda iyice pekişiyor. Yarışın kalanının bu şekilde devam edeceğini düşünüyorum zira yarış raporunda sürpriz bir teknik kısımdan bahsedilmemişti.

O ilk zirvedekini aratmayan bir uğultu tırmanış boyunca bana eşlik ediyor. Muazzam bir şey bu. Dondurucu rüzgar bastığım her yüzeyi yalamış, dondurmuş. Zirveye yaklaştıkça toprak sertleşmeye başlıyor. Toprak donmuş. Yüksekten akan su birikintileri donmuş, ancak ben hiç bir şekilde soğuğu hissetmiyorum. Aklıma inişle birlikte yağmurluğu giyinmek geliyor, üşeniyorum.

Yaklaşık üç kilometre boyunca toprak yolda iniyorum. Tempoyu artırdığım bu kısımda geriye sayıyorum bir yandan. Elli dördüncü kilometrede yoldan çıkıp tekrar patikaya giriyoruz. Bu kısım nispeten kolay, tepenin bu yüzü diğerine kıyasla yumuşak ve sulak. Önce su geçişleri, ardından dere geçişleri başlıyor. Sanırım ilk çavlandan da bu segmentte geçiyorum. İki kilometre kadar sonra yeni bir toprak yola giriyoruz. Önceki patika segmentte iniş çıkışlar olduğu için yedi saat altı tamamlama ihitimalim ortadan kalktı ama bu karşılaştığım yol finişe kadar aynı şekilde gidecekse dert değil. Sol IT bandım inişteki darbelere dayanamadı ve zorlamaya başladı. Bunu zirve öncesindeki CP’de tekrar koşmaya başladığımda hissetmiştim ki inişle birlikte ağrı şiddetlenmeye başlıyor.

Sanırım yarışın en keyif alarak koştuğum kısmı burası, patika iniş bitiyor, toprak yola giriyorum ve inmeye devam ediyorum. Sol yanım dik bir yamaç olarak göğe uzanırken sağımda uçurum var. Uçurumun dibinden gürleyerek akan bir çay ki Manavgat Çayı değil, çünkü şu cümleleri yazarken bir yandan da haritaya bakıyorum. Manavgat Çayı başka bir koldan dökülüyor baraja. Karşı yaka da aynı şekilde dik bir şekilde yükseliyor. Bir kanyonun içinde koşuyorum anlayacağınız ve atmosfer inanılmaz. Son CP’ye bu psikolojiyle giriyorum.

CP’deki görevliden sadece bir suluğu, yarısına kadar doldurmasını istiyorum, ne de olsa beş ila altı kilometrem kaldı ve düzenli iniş bu. Karşımdaki görevlinin donuk bakışlarından o işin öyle olmadığını anlıyorum hemen. Etem yarışın sonuna şahane bir sürpriz koymuş. Önceki yıl var mıydı bilmiyorum ancak elli dokuzuncu kilometrenin ardından gelen bir buçuk kilometrelik iniş en çok zorlandığım kısım oldu. Gerek beklenmedik şekilde karşıma çıkması, gerekse de vücudumun tükenme aşamasında olması beni fazlasıyla yıprattı, sinirlerim gerildi. Birkaç defa, hiç düşülmeyecek yerde düştüm ki zeminin çam iğneleriyle bezeli ve yumuşak toprak olması şansımaydı. Bu gibi yarışın son kilometrelerinde kısa da olsa teknik bir kısım olması ciddi riskler içeriyor. İçinde muhteşem bir çavlan da barındırıyor ancak vücut koordinasyon kabiliyetinin minimuma indiği sıralarda bu manzara pek de günü kurtarmıyor. Arkamdan gelenlerin bir kısmı, bu teknik kilometreyi karanlıkta aldılar ve görüşlerini çok merak ediyorum. Yağmurun yağmaması büyük şans. Düşe kalka, bata çıka iniyor ve baraj kıyısına ulaşıyorum. Barajın kıyısında, bir süre daha, sinirlerim alt üst olmuş bir şekilde sekerken karşımda olanca heybetiyle bir tünel beliriyor. Lost adasından fırlamış gibi. Bu tünel asla bir araç tüneli değil çünkü benim geldiğim yakasından araçla girmek mümkün değil. Sırt çantamdan kafa lambasını çıkarmaya çabalarken iyice geriliyorum, kendi kendime söylenmeye başlıyorum. Halbuki beş kilometre kalmamış durumda finişe.

Feneri kafama takmadan, çantanın iplerini de önden iliklemeden dalıyorum içeri. Tünel zifiri karanlık ve açıkçası sembolik de bir anlamı var. Çıktığınızda, geçtiğiniz karanlıkla birlikte geride kalan yirmi kilometre boyunca yaşadığınız acı dolu tecrübelerin tamamı arkanızda kalıyor. Tünelle birlikte. Sonrası finişe kadar inişli çıkışlı asfalt yol. Sağınızda Oymapınar Barajı manzarası ve hafiften rüzgar.

Yarışı planladığımdan yarım saat önce tamamlıyorum. Bu yıl parkur yaklaşık beş kilometre kısalmış. İlave beş kilometreyi çıkarabilir miydim bilmiyorum. Benim için muazzam bir tecrübe geride kalıyor. Çok hazırlanamadan geldiğim için olası kramplardan, her iki aşilimdeki problemlerden kaynaklanan sıkıntılar bekliyordum ki tek problem sol IT bandımda çıktı. Onu da, yarış sonrası ortaya çıkacak diğer sorunlarla birlikte gelecek bir hafta içinde atlatırım diye düşünüyorum.

İnsan koşacağı her mesafeye, öncesinde kendini hazırlıyormuş. Siz farkında olmasanız da beyniniz farkında. Yeter ki ekstra müdahalede bulunmayın. Yarış öncesi hazırlık, yarış esnasında alınan kararlardan daha belirleyici ve yarış esnasında planlarınızı ne kadar az değiştirirseniz o kadar başarılı oluyorsunuz. Ben bu hakkımı bir defa, onu da olması gerekenden beş kilometre önce kullandım ki, 65 kilometre ve yedi saati aşan bir yarış için kayda değer bir değişiklik sayılmaz bu.

Yarış esnasında sadece 38 ve 59. kilometrelerdeki CP’lerde ilave besin aldım. Bunlar birkaç tuzlu bisküvi, toplamda bir bardak kola ve yine aynı miktarda soda. Okuduğum hiç bir otoritede sıcak içecek ve çorbaya dair bir öneri görmedim. Bu sebeple yarışın sonu da dahil, sıcak bir şey içmedim. BCAA’nın etkili olduğunu fark ettim, sonraki ultramda kesinlikle tekrar kullanacağım. Saat başı jel ve tuz hapı fazla mı geldi bilmiyorum ancak sayelerinde CP’lerde vakit kaybetmeden devam edebildim.

Biraz değil, çok uzamış yazı. Bu yazıyı biraz da bir ilk tecrübe olarak değerlendirmenizi, ona göre okumanızı istiyorum. Yarış organizasyonu, işaretleme, ulaşım ve CP içerikleri konusunda başarılıydı. Öte yandan, çip dağıtımının, teknik toplantının ve ödül töreninin gerçekleştiği alış veriş merkezi, konum ve atmosfer açısından geçen yılın çok gerisindeydi. Bu parkuru tekrar koşacağımı sanmıyorum ancak 38K koşmak ya da destek için Manavgat’a kesinlikle tekrar gelmek isterim çünkü buna fazlasıyla değecek bir hafta sonu sunuyor. Gerçi, kaliteli bir meyhane eksiği var sanki.

Çok teşekkürler. Tekrar görüşmek üzere.
Necdet ÜLKER


Necdet Ülker kimdir?

İstanbul’da yaşıyorum, 39 yaşındayım. Yaklaşık 6 yıldır koşuyorum. Düzenli olarak koşmaya ise 2015 yazında başladım. Yurt içi ve dışında çeşitli mesafelerde yol yarışlarına katıldım. 2019 yılı ortasından bu yana Runformance koşu takımı ile birlikte koşuyorum. Hedeflerim arasında Boston’da maraton ile CCC ve UTMB parkurlarında koşmak var. Bu hayallerimi gerçekleştirene kadar düzenli koşmaya devam edeceğim. Ötesi ne getirir bilemiyorum ancak yol bisikleti yarışlarından da çok keyif alıyorum, o an içimden ne geçerse o şekilde spor yapmaya devam edeceğim.


RUNBO Sonuçlar:
66K
Aylin     09:51:54 (Overall 14/107, Kadın 2/10)
Cem      10:27:44 (Overall 19/107, Erkek 17/97, 40+Cat 6/36)
Savaş    09:28:50 (Overall 11/107, Erkek 10/97, 40+Cat 5/36)

38K
Bike       05:26:38 (Overall 81/267, Kadın 12/69, 50+Cat 2/11)
Yusuf DNF

Manavgat Ultra önceki raporlarımız:
Manavgat Ultra 2019
Manavgat Ultra 2018
Manavgat Ultra 2016