Aladağlar Sky-Trail 2021

Karasay Sky Maraton (30K,+2473m)
14.08.2021 https://aladaglarskytrail.com/

Aladağlar dendiğinde aklıma gelen ilk isim Meltem. Onsuz bir Aladağlar düşünemiyorum. Buranın müdavimi olmanın ötesinde, Aladağlar ile bir aşk yaşadığı. En son Aladağlar’dan beri aradan tam 3 yıl geçmiş, üstelik Ordos bu yıl radikal bir kararla parkuru tamamen değiştiriverdi, antrenmansızlık bile gözümüzü korkutamadı. Yine, koşa koşa gittik.

Meltem`in Koşmaya Övgü isimli blogu var, yazılarının takipçisi ve hastasıyız. Kendisini konuk yazar olarak Run.Bo’da görmek büyük bir onur… Lafı uzatmadan, aşıkların arasına girmeyelim, Meltem ve Aladağlar yazısı ile sizleri baş başa bırakalım…

Aladağlar Sky Trail 2021 Yarış Raporu / Hikayesi

Yazan: Meltem Demir (instagram – bedenterbiyecisi)

Yarış Öncesi

Bir yarış aslında start çizgisinden çok önce başlıyor. Bu yüzden, yarışın hikayesini anlatırken “giriş” kısmında biraz geriye gitme ihtiyacı duydum. Burayla ilgilenmeyen okuyucunun, doğrudan gelişme bölümüne geçmesinde hiçbir sakınca yoktur.

2018’de Aladağlar Sky Trail’in 45k parkurunu tamamladığımda, bu dağa aşık olduğum gibi yarışa da bayıldım ve “seneye kesinlikle yine geleceğim” dedim. 2019’da yarış organize edilmedi. 2020’de yarışın kayıtları açıldığında Kamboçya’da bir adada dalış teknesinde çalışıyor ve yoga dersleri veriyordum. Hayatımın en durağan günleriydi, ada 9 kilometreydi, koşmak için ormana girdiğimde maymunlar kovalıyordu ve deniz seviyesinde yaşamam şöyle dursun; günün çoğu suyun altında geçiyordu. Üstelik ağustos ayında nerede olacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Yine de bir an bile düşünmeden kayıt oldum. Hikayenin devamı malum: Covid19 hayatımıza girdi, Türkiye’ye döndüm, eve kapandım, yarışlar iptal oldu…

2021 yılının kayıtları açıldığında ise Kaş’taydım ve çok sıkı antrenmanlar yapmasam da her zamanki gibi yüzüyor, arada bir koşuyor, fırsat buldukça dağa gidiyordum. Arkadaşım Şeyma da Kaş’a gelmişti. “Koşar mıyız? Koşarız bence yaa daha aylar var hazırlanırız! Yaparız yaparız!” baskılarımla onu da 50k parkuruna kayıt olmaya ikna ettim.

Mayıs ayında, Kaş’tan bir grup arkadaşımla Tahtalı’ya gidip Beycik’ten zirve yaptığımızda çok iyi hissettiğimi hatırlıyorum. “Tamam, oldu bu iş“ dediğimi de. Ekipten başka arkadaşlar yarışa kayıtlıydı ya da kayıt olmayı düşünüyordu. “Yazın arada geliriz, kamp yaparız, koşarız” gibi birtakım planlar yapıldı, hep birlikte gaza gelindi.

Haziran geldiğinde, geçim kaynağı turizm olan küçük bir sahil kasabasında yaşamanın acı gerçekleri 50 derece hissedilen sıcaklıkla birlikte yüzümüze çarptı. Antrenman yapmamız için 5’te uyanmamız gerekiyordu ve ben kendi adıma, bütün gün yüzme dersi verirken, sabah 5’te uyansam da koşacak enerjiyi asla bulamıyordum. Birkaç tatlı denemem oldu, hakkımı vereyim. 2 kere Bayındır’a 1 kere İzne’ye koştuk ve bazen Yarımada’daki yüzme derslerime koşarak gittim. Tabii bunlar 50 kilometrelik bir dağ koşusu için yeterli sayılmazdı.

“Koşmasam mı, gitmesem mi” sızlanmalarıma başladım. Şeyma ile her konuşmamızda gitmeye ikna oluyor, aradan biraz zaman geçince yine vazgeçiyordum. Sonuçta yine koşmasam da orada olmak istediğime karar verdim.

Ağustos ayında bir yüzme dersinden sonra öğrencim Toros’un annesi Gaye ile yarış hakkında konuştuk. Gaye hem dalış eğitmeni hem koşucu ve dağcı ve rehber! Tabii Aladağlar’ı da iyi biliyor. İki parkuru da inceledikten sonra 50 kilometrenin benim durumumda biraz çılgın olacağına ama 30’u rahatça koşacağıma beni ikna etti. İnceboğaz plajının çakılları üzerinde, Karasay zirvenin o dik inişinde nasıl basacağıma dair tüyolar bile verdi, canım hocam!

Böylece hikayenin “gelişme” kısmına hazırdım.

Yarış Vakti

Kaş’tan Antalya’ya, Antalya’dan Niğde’ye, oradan Çamardı ve nihayet Demirkazık köyüne yaklaşık 20 saatte ulaştım. Vardığımızda hava bulutluydu ve yarış günü için hava tahminleri pek iç açıcı görünmüyordu. (Yağmur güzel de, yıldırım ihtimali tedirgin ediyordu) Dağ evine yerleştik, ilk gün dinlendik. 10 ağustos sabahı, yarışın başlangıç noktasından, ilk kontrol noktası (CP) olan Çelikbuyduran’a kadar yürüdük. Gözgözü görmez bir sis vardı. Öyle ki, dağ keçilerinin sesini duyduk ama kendilerini görmek mümkün olmadı. Kaş’ın bunaltıcı sıcağından sonra 2 derecede ellerim dondu, dönüşte batonu zor tutuyordum. Normalde planımız o akşam Karayalak’ta kamp yapmaktı ama dağ evinde kalmaya devam etmek istedim. Üzerimde günlerin yorgunluğu ve ikinci doz Covid aşısının yan etkileri vardı, (tamam evet biraz da tembellik) ne üşümek ne yorulmak istemiyordum. Bu yüzden geri kalan 4 günü çoğunlukla yatay pozisyonda, pencereden kuşlara bakarak, arada bahçede yoga yaparak, dinlenerek ve beslenerek geçirdim.

Bu arada, 50km parkurundan 30km’ye geçmek istediğime dair organizasyona mail atmıştım. Olumlu yanıt geldiğinde, ne yalan söyleyeyim bir “OH!” dedim, büyük harflerle. Burada belirtmeliyim ki, yeterli antrenman yapmadan yarış koşmak tasvip ettiğim bir şey değil. 30 kilometrelik koşu da küçümsenemez ama benim durumum biraz farklıydı: “Zaten çoğunlukla koşamayacağım, hızlı yürüyüş-tırmanış gibi geçecek ve bu da 30km içinde bir zirve yaptığım dağcılık faaliyeti gibi olacak” diye düşündüm. Daha önce yapmadığım bir şey değil yani. Kimseye yanlış bir mesaj vermiş olmayayım. Zaten organizasyon ekibi, yeterlilik konusunda son derece hassas davranıyor. (İyi de yapıyorlar bence.) Daha önce en az 3bin metrelik zirve yapmış olmak ya da belli mesafelerde dağ koşusu veya ultra maraton koşmuş olmak gibi kriterleri karşılamıyorsanız yarışa kayıt olamıyorsunuz. Ayrıca yarış içinde olumsuz hava koşulları veya kaza gibi durumlarda güvenli bir şekilde devam edebilmeniz için yanınızda taşımanız gereken zorunlu malzemeler var. (Düdük, kafa feneri, acil durum battaniyesi, alt-üst yağmurluk, uzun kollu içlik…) Baton sadece tavsiye ediliyordu, zorunlu değildi. Bugüne kadar hiçbir dağ koşusunda veya faaliyette batonsuz yola çıkmadığım halde, bu defa böyle denemek istedim. Çelikbuyduran’a kadar rahatlıkla idare edeceğimi, Karasay çıkışında ise baton yerine ellerimi kullanmamın daha rahat olacağını düşündüm (4 ayak da denebilir) “Peki inişlerde ne yapcaksın?”konusuna birazdan geliyorum!

Yarış sabahı yerine “gecesi” demek daha doğru olacak, zira başlangıç 4’te ve malzeme kontrolü için 3’te başlangıç noktasında olmamız isteniyordu. Bu, güvenli bir vakitte zirveden aşağı inmiş olmamız için önemli ve gerekli. Yarışın başladığı yerde, dağ evinde kalmanın bir avantajı olarak 3’te uyandım. Aslında en az 2-3 saat erken uyanıp kahvaltımı yapardım ama bu defa nedense her şeyi tersine çevirdim. (YTD = Yarış tavsiyesi değildir) Kahvaltı yerine muz ve bir şeyler atıştırıp çıktım. Malzemelerimiz bir kez daha titizlikle kontrol edildikten sonra, başlangıç çizgisindeydik.

Covid19 tedbirleri sebebiyle kademeli çıkış yaptık. Yani az önce yanyana durduğumuz kişilerle aramıza birkaç adım mesafe koyduk ve o şekilde koşmaya başladık. Son yarışımı temmuz 2019’da koştuğum için bu tatlı heyecanı nasıl özlediğimi o an güçlü bir şekilde hissettim.

İlk birkaç kilometre geniş bir yolda ve koşulabilir bir eğimde ilerledik. Bir ara Devlet Pasin ile denk geldik, ben onu katıldığım ilk dağ koşusundan bu yana tanıyorum, (mayıs 2016, Tahtalı) o bana adımı sordu. Bir süre yanyana devam ettik. Yokuş aşağı ya da düzlük olduğunda hızımı artırmaya çalışıyordum ki, Çelikbuyduran’a belirlenen zaman sınırı içinde yetişebileyim. (Yürüyerek çıktığımızda tam zaman sınırında varmıştık)

Bir süre sonra etrafımda kimse kalmadı. Işıl ışıl fenerler yok olunca tek başıma önümü görebilmek için kafa fenerimi açıp devam ettim. Sokullu ve Karayalak’tan geçtikten sonra patikaya girdik. Arada saate baksam da zaman çok fazla bir şey ifade etmiyordu. Aynı deniz gibi dağların da kendine has bir zaman algısı olduğunu düşünüyorum. Nereye ne kadar sürede varacağını önceden kesin olarak bilmen mümkün değil. Orada dalga, akıntı, rüzgar; burada zemin, sis, yağmur ve diğer hava koşulları belirleyici. Üstümde kısa kollu tişört, onun üstünde uzun kollu içlik, en üstte rüzgarlık, elimde eldiven, ayağımda kalın çorap, altımda uzun tayt, kafamda bere olmasına rağmen çok üşüyordum! Isınmak için hızlanayım desem, halim yok:) Bir ara ayak parmağım donuyor mu diye düşündüm. Böyle böyle ilk CP’den 2 saat 57 dakikada geçtim. Zaman sınırı 3 saat 30 dakikaydı.

Buradan sırta kadar olan kısımda beni araçla alabilecek olsalar yarışı bırakırdım sanırım. Sürekli kendime hep bunu yaşadığımı, 10-15km eziyet gibi geçtikten sonra açıldığımı ve Gaye hocanın “zirveye kadar çık sonra zaten yarışı bitti say” cümlesini hatırlatarak devam ettim. İnanılmaz uykum vardı. Gönünllülerden birinin serdiği matı gördüğümde oraya uzanmamak için kendimi çok zor tuttum.

Karasay zirveye yaklaşırken ne olduysa oldu, canlandım! Tam da batonum olmadığı için pişman olmam gereken bir noktadaydım. Yani yarıştan önce konuştuğum herkes “orayı batonsuz geçemezsin çok zorlanırsın” diyordu. Elbette baton dizlerime ve aslında tüm bedenime binen yükü hafifletecekti ama ben eldivenlerimin de katkısıyla yere tutunarak devam ettim. Sona doğru zaten başka şansım yoktu, artık bir zemin değil duvar vardı önümde. -Parkurun en güzel kısmı diyebilirim.-Temkinli hamlelerle, bir yandan da aşağıya, dünyanın en güzel manzarasına bakıp gülümseyerek devam ettim. Bulutların üstündeydim, mecazen ve gerçekten!

Fotoğraf: Nedim Urcan

Zirveye vardığımda duyduğum ilk tepki “Batonsuz mu?!” oldu. Benimse o sırada tek düşündüğüm iniş kısmıydı. Yavaş yavaş ilerledim. Daha önce görmediğim ama çoook duyduğum yere şöyle bir bakarken, Devlet’ten motive edici şeyler duymak o an bana çok iyi geldi. Önce hep yaptığım gibi zemini anlamaya çalıştım. Sonra, Gaye’nin anlattıklarını ve tabii önceki akşam Kaş koşu grubundan gelen tavsiyeleri uygulayarak kontrollü bir şekilde devam ettim. İniş sözkonusu olunca “çarşak” kelimesi beni korkutmaya yetiyor ama burada nedense rahat hissettim. Belki de bugüne kadar batonla giderken yanlış bir tekniğim vardı. Bu defa sadece olabildiğince dik durdum, hatta neredeyse geriye yaslandım. Gittikçe hızlanıyordum, bir noktada kendi kendime “Resmen Cenk Metinkaya gibi gidiyorum” dedim:)) (Kaş-Koş ! 💙 ) Bu iniş kaç kilometre sürdü bilmiyorum ama önüme çıkan her insanı ve kayayı uzaktan Atıl olarak görüyordum. Çünkü inişin sonlandığı yerde, Erciyes Sky Trail’in organizatörü Atıl bizi bekliyordu. İn, in, in, in… Sonunda Atıl’ı gördüm ve adeta 2 yıl önce koştuğum son yarışta Erciyes’in eteklerinde finishte onu gördüğüm an kadar sevindim. O nokta benim için yarışın psikolojik olarak sonuydu. Bir zirve daha olsa, itiraz etmezdim o an. “Fotoğraf çekeyim Toros’a yollarım” dedi. (Atıl aynı zamanda hikaye’nin başında adı geçen öğrencimin babası) Derinlere beraber daldığım canım Toros’a havalı bir poz verdim. (Zirveler de dağların derinlikleridir) Orada oturdum ve tozluğa rağmen ayakkabımın ve hatta çorabımın içine dolan taşı toprağı temizledim. Birkaç dakikadan fazla oyalanmadan yola devam etmek için kalktım. 3 kere söylemelerine rağmen 50k koşucularının yoluna dönmek üzereyken geri döndüm ve doğru yola yöneldim. Evet, kafam güzeldi!

Bir sonraki kontrol noktasına kadar tamamen sis içinde devam ettim. Aslında sık sık babalar konmuştu işaret olarak ama iki adım önümü görmekte zorlandığım için bir noktada kaybolduğumu düşündüm. Seslendiğimde, önümden giden biri beni görmediğini ama doğru yolda olduğumu, devam edince sağda patikayı göreceğimi söyledi. Öyle de oldu.

İniş sonrası bacaklarım isyan ettiğinden ve sisten önümü göremediğimden oldukça yavaştım. Grafikte minicik bir eğim gibi görünen o çıkış uzadı da uzadı. Sanırım en yavaş gittiğim kısım burasıydı. Bir yandan etraf çok güzeldi, çiçekler, kuşlar; arada fotoğraf da çekerek devam ettim.

Yine bir noktada yanlış yolda olduğumu düşündüm ve bu defa her zaman yaptığım gibi “ya doğru gidiyorsam” diye devam etmek yerine biraz geri yürüdüm. En son gördüğüm babayı görene kadar devam ettim. Olduğum yerden başka alternatif görünmüyordu ve aynı yola tekrar yöneldim. Biraz ilerledikten sonra çan sesi duydum. Sürü ve beraberinde köpekler karşıma çıkacak diye korkmaya başlamıştım ki, CP’ye vardığımı anladım.

Bu ana kontrol noktasında yemek de vardı. Tuzlu bir şeyler atıştırdım, sularımı doldurdum. Az evvel önümde seslendiğim koşucu ve arkamdan gelen iki kişi birlikte devam ettik. İleride gerçekten sürü ve köpekler vardı ve tek yakalanmadığıma sevindim. Cebime aldığım yiyeceklerden de atıştırarak ilerledim. 11 kilometre yolumuz kalmıştı. Buradan sonrası epey rahat koşulabilir yerler, eğer gücün varsa.

Sakartaş’a kadar yavaş da olsa çoğunlukla koşarak devam ettim. Oradaki görevliye Sokullu’ya ne kadar kaldığını sordum. Yaklaşık 3 kilometre deyince baya sevindim.

Bu arada yine inişler vardı, yine çarşak, ayaklara giren taş toprak… Anayola çıkmadan önce ayağımı temizlemek istedim çünkü o yolda finishe kadar yokuş aşağı tam gaz gitmek mümkün. Ayakkabımı çıkarırken yanımdan katırla geçen amcayla selamlaştık “Dere geçerken at değiştirilmez” dedi. O an ikna oldum 🙂 Daha önce tırnaklarım ayakkabıya vururken canım yana yana koştuğum zamanları düşününce, şu an çok rahattım. Sadece birkaç küçük taş…

Artık yoldaydım. Yarış içinde tanıştığım Hüseyin Doğan ile beraber koşuyorduk. “İyi bir derece yaparsın” dedi. Hiçbir fikrim yoktu. Önümde kim var, arkamda kim var bilmiyordum. Sadece 7 saat diye bir şey belirlemiştim, yine psikolojik sınırlarım üzerinden. 7 saati geçerse fazla bitkin olacağımı düşünüyordum.

Yolda karşıma çıkan insanlar, alkışlar, traktörün arkasından destekleyenler coşkuyu arttırdı. Buradan sonrası artık “bitsin diye” koşuluyor ama bir yandan da öyle güzel hisler var ki “hiç bitmesin.”

Arkama dönüp bakmak istemiyordum. Bilen bilir; son bir kilometrede geçilmek gibi bir huyum var. Birini görürsem koşmayı bırakıp yürümeye başlayabilirim. Kendimle mücadelem bana yetiyor o sırada.

Doktora mülakatında bir hocam “Danışmanından seni bir kelimeyle anlatmasını istedim, ‘savaşçıdır’ dedi. Sence neden?” diye sorduğunda, “Gerçekten yapmak istediğim her şeyi yaptığım içindir” demiştim.

Asfalttan aşağı inip son düzlüğe döndüm, finish çizgisinden geçmeden önce saatimden süreye baktığımda 07.00 gösteriyordu. Hayatımda pek çok şeyi gerçekten istediğim için yaptım, bu da onlardan biriydi.

Çok güzel düşünülmüş, Aladağlar’ın tılsımlı taşlarından yapılmış bitirme madalyamı boynuma astım. “Gördüğüm en güzel madalya” dedim, ki öyleydi.

Birkaç gündür dağ evinin bahçesinde kamp yapan, Beden Eğitimi bölümü öğrencisi müstakbel meslektaşlarım yanıma gelip tebrik ettiler. “Sigarayı bırakmaya ve koşuya başlamaya karar verdik” dediler! Hani bize hep soruyorlar ya, “Kaçıncı oldun?/Ödül neydi?” diye. Bundan daha büyük bir ödül olabilir mi? Sanmıyorum!

Bu yarış organize edildiği ve sağlığım izin verdiği sürece her yıl koşmak istiyorum. Doğal güzellikleri anlatmaya gerek yok, geri kalan her şey de tek kelimeyle kusursuzdu. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.

Ve “her bitiş çizgisinden sonra yeni bir yarış başlıyor” demiştim. Başladık.

Run.BO Sonuçlar

Aylin Savacı Armador – 50K 14:51:16, Kadın 3

Bike Geçkinli -30K Withdrawal

Önceki yıllara ait Aladağlar Sky Trail Yarış Raporları

2018

2017

2016